Kategoriler
Siyaset

Türk Siyasal Kültürü

Bir toplumun siyasal kültürü, onun siyaset yapma şekillerini belirler. Hani diyoruz ya “neden bizim ülkede siyasetçiler kavga ediyor?” diye… Çünkü bizim siyasal kültürümüz maalesef “parçalanmış bir siyasal kültür” de ondan…

Bir toplumun siyasal kültürü, onun siyaset yapma şekillerini belirler. Hani diyoruz ya “neden bizim ülkede siyasetçiler kavga ediyor?” diye… Çünkü bizim siyasal kültürümüz maalesef “parçalanmış bir siyasal kültür” de ondan…


Her ülkenin siyasal kültürü, kendine özeldir, yani biriciktir. Yaşadığı tarihsel süreçler, coğrafya, kültür, ekonomik değişkenler ya da dini inançlar, bir toplumun siyasal kültürünün oluşumuna yardımcı olur. Her siyasal kültürü de biricik yapan işte bu değişkenlerdir. Ancak araştırmacılar, yaptıkları incelemeler sonucunda siyasal kültürler hakkında bazı genellemeler yapmaya çalışırlar. Örneğin Gabriel Almond ve Sydney Verba, siyasal kültürleri üçe ayırır: Yerel, Pasif ve Katılımcı. Walter Rosenbaum ise ikiye ayırır: Bütünleşmiş ve Parçalanmış siyasal kültürler. Bu makalede üzerinde durmak istediğim ve Türk siyasal kültürünün de benzediğini düşündüğüm kategori… Parçalanmış siyasal kültür…

Rosenbaum’un bize aktardığına göre parçalanmış bir siyasal kültüre sahip toplumlarda güven duygusu yoktur. Yani karşıt gruplar birbirine güvenmez. O yüzden iktidar olan grup, iktidarı bırakmak istemeyecektir. Çünkü kendisinden sonra gelen rakibi, onun açıklarını bulmaya uğraşacak, yaptıklarını bozacak ve belki de yargılayacaktır.

Devletin kurumlarının devamlılığına güven olmadığı gibi, grupların üzerinde anlaştığı kurallar ve kurumlar da yoktur. Bizim ülkedeki duruma ne kadar da benziyor değil mi? Cumhurbaşkanlığı sistemine referandumla geçilmiş olsa dahi, devletin kurumları üzerine bir uzlaşı yok. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, karşı gruplar tarafından “saray” olarak anılmakta ve tahkir edici sıfatlarla anılagelmekte… Saygısızlık, prim yapmakta… Devletin sembolleri üzerine bir uzlaşı söz konusu değil…

Parçalanmış siyasal kültürlerde, Rosenbaum’un dediğine göre her şey bir kavga konusudur. Yapılacak köprülerden fabrikalara kadar her şey tartışılır. Her grup, yapılacak olanlardan pay alma peşindedir. İstanbul Havalimanı, Avrasya Tüneli, şehir hastaneleri, Üçüncü köprü, Osmangazi Köprüsü gibi birçok eser konusunda yapılan tartışmalara bakıldığında, parçalanmış siyasal kültürü en üst düzeyde yaşayan topluluklardan biri olduğumuz söylenebilir.

“Neden parçalı bir siyasal kültüre sahibiz?”, “bunun sonu nereye varır?” gibi sorular da akla geliyor elbette… Bu konulara detaylıca “Siyasal Kültür” adlı kitabımda değinmiştim. Ancak kısaca söyleyebilirim ki parçalanmış siyasal kültüre sahip olmamızın ana nedeni tarihsel faktörlerdir. Özellikle Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan kimlik krizleri bugüne hala olumsuz şekilde etki etmekte… Toplumun her kesimini kucaklayan bir kimliğin üretilememiş olması, sağlıksız bir siyasal kültürün oluşmasına neden olur. Cumhuriyet’in kurulduğunda, tepeden inmeci politikalarla oluşturulan yeni kimliğin toplumun bazı kesimlerinde oluşturduğu travmalar, bu parçalanmışlığın ana nedeni gibi duruyor. Zaten Almond, Verba, Lucian Pye, Rosenbaum, Kavanagh gibi önde gelen araştırmacılar da siyasal kültür ile ilgili sorunların kaynağı için ulus-inşa dönemini işaret ederler.

Peki, bu parçalanmışlık bizi nereye götürüyor? En son, Dünya Değerler Araştırması sonuçlarına göre Türk toplumundaki güven oranı yüzde 13. Sonuçlara göre karşıt fikirli gruplar, birbirlerine güvenmiyor. Bu güvensizlik, ekonomik gelişmenin önündeki en büyük engellerden biri. Sosyal sermaye adı da verilen bu toplumsal güvenin eksikliğinde, ekonominin yükselişe geçeceğini beklemek boşuna olacaktır. Çünkü yapılacak ekonomik hamlelerin kötü gitmesini bekleyen veya isteyen diğer gruplarla, istenen çıkış yakalanamaz. Yeni kurulacak iş yerleri ya da şirketler, bu birbirine güvenilmeyen ortamda başarılı olamaz. Zira ünlü araştırmacı Putnam da sosyal sermayenin yokluğunda, ekonomik gelişmenin mümkün olmadığını yazar. Nitekim İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde toplumsal güvenin oranı yüzde 45’ten fazladır.

Peki ne yapmalıyız? Bu günlerde “kutuplaşma” denilen ama aslında “parçalanmış siyasal kültür”ün ta kendisi olan bu ortam nasıl düzeltilebilir? Öncelikle hemen düzelmesinin mümkün olmadığını söylemek gerekir. Öyle bir sihirli değnek henüz icat edilmedi. Bazı çözüm yolları var ancak kolları şimdi sıvayarak işe başlasak dahi en az iki nesil sürecektir işlerin düzelmesi… Peki, nedir bu çözüm yolları?

Birinci çözüm yolu, istenilen uzlaşı ve güvenin siyasetçilerden başlayarak halka yayılması… Sanırım en kolay düzelme yolu da siyasetçilerin uzlaşı içerisinde olarak, halka güven duygusu telkin etmeleri ve halkı bütünleştirecek adımlar atmalarıdır. Devletin devamlılığı üzerine vurgu yapmaları ve bazı ortak noktalarda uzlaşmaları, halkta güven duygusunu artıracaktır. Ancak siyasetçilerin uzlaşması olasılığı düşük görünüyor.

Diğer bir çözüm yolu ise aslında basit: Farklı grupların bir araya gelmesini sağlayacak ortamlar oluşturmak. Erving Goffman, buna, “kimlik karıştırıcılar” der. Yani farklı gruplardan insanlar ne kadar çok bir araya gelirse, birbirlerinin aslında anlatıldığı kadar kötü olmadığını fark edeceklerdir. Birlikte zaman geçirmeleri her iki tarafa da iyi gelecektir. Karşı tarafın, aslında onlara atfedilen klişelerden farklı insanlar olduğu görüldüğünde, kimlik karıştırıcılar devreye girmiş demektir.

Mesela üzerinde büyük tartışmalar çıkarılan AKM, geçtiğimiz günlerde açıldı. Bu mekan neden farklı grupların bir araya gelebildiği bir barış alanı olmasın ki… Bazı “sanatçı” olduğu düşünülen kişiler, şimdiden “orası bizim” gibi açıklamalara başladılar bile… Orasının tüm halkın olduğu kabul edildiği zaman, ortak paydalarda buluşulmaya başlanabilir. Farklı gruplar bir araya geldiğinde, “sanatçı” geçinen tarafın belki de bu kadar kibirli olmadığı ancak o zaman görülebilir. Peki ya gerçekten kibirlilerse? Bahsi geçen etkileşim sayesinde, onların da kibirli olmamayı öğreneceklerini düşünüyorum. Çünkü “körler sağırlar birbirini ağırlar” misali, herkesin sadece kendi mahallesinde kral olması kolay… Asıl değerli olan, tüm grupların ortak sevgisini kazanabilmek. Peki bunu umursamayan hatta reddedenler varsa ne olacak? İşte bu umursamaz kişilerin varlığı nedeniyle, bahsettiğim bütünleşmenin en az iki nesil sonra yaşanabileceğini söylüyorum ya…

Kimlik karıştırıcıların var olduğu ortak mekanlarda büyüyen gençlerin, birbirlerine daha az önyargıyla bakacaklarına inanıyorum. Tabi, şunun altını tekrar çizelim: Bu gençler, ya da gelecek nesiller, ortak alanları tecrübe etmezse; sadece kendi mahallelerinde okula gider, sosyalleşir, çalışır ve hayatına bu şekilde devam ederlerse, kaynaşma olması mümkün değildir.

Eskiden camiler, bu kaynaşmanın yaşandığı ve sosyal sermeyenin büyüdüğü alanlarmış. Medreseler de öyle… Şimdi zengin çocukları özel okullarda; alt gelir düzeyi ailelerin çocukları devlet okullarında… Nerede buluşacaklar… Nasıl iletişim kuracaklar? Ne kadar doğrudur bilemiyorum ancak Sydney Verba ve Gabriel Almond’un söylediğine göre en bütünleşmiş siyasal kültüre sahip ülke, İngiltere’dir çünkü tüm çocuklar aynı toplumsallaşma süreçlerinden geçer ve birbirlerine yabancılaşmaz… Tabi Almond ve Verba, bu sözü 1963’te söylemiş ancak işaret edilen nokta çok önemli. Ortak mekanlar, ortak yaşantılar ve ortak değerler…

Siyasetçiler bir araya gelmiyorken; bu ortak buluşma mekanlarını halkın oluşturması gerekir. Peki nasıl? Sivil toplum kuruluşları bu oluşumlara yardımcı olabilir mi? Aslında çok mantıklı gibi görünse de, siyasallaşmayan bir sivil toplum kuruluşu var mı diye sormak gerekir? Dolayısıyla yine umutsuzluğa düşmemek elde değil.

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar:

Almond, G. ve S. Verba (1963). The Civic Culture. Princeton: Princeton
University Press.
Almond, G. ve S. Verba (1980). The Civic Culture. Boston: Little&Brown.

Rosenbaum, W. A. (1975). Political Culture. London: Nelson Ltd.

Türedi, H. (2021). Siyasal Kültür. İstanbul: Cinius Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir