Kategoriler
Siyaset

Bazı İzlenimler: Cyrus Hamlin

Cyrus Hamlin… Robert Kolej’in kurucusu… Yaklaşık 35 yılını İstanbul’da geçiren bir misyoner. Türkçeye “Robert Kolej Uğrunda Bir Ömür” olarak çevrilen, “My Life and Times” adlı kitabını okudum. Kitaptaki Cyrus Hamlin hakkındaki tespitlerimi maddeler halinde anlatmak istiyorum.

Cyrus Hamlin… Robert Kolej’in kurucusu… Yaklaşık 35 yılını İstanbul’da geçiren bir misyoner. Türkçeye “Robert Kolej Uğrunda Bir Ömür” olarak çevrilen, “My Life and Times” adlı kitabını okudum. Kitaptaki Cyrus Hamlin hakkındaki tespitlerimi maddeler halinde anlatmak istiyorum.


1. Kitabında Türkler hakkında olumlu bir cümlesine rastlamadım. Türklerden bahsederken isim kullanmaması çok dikkat çekici bir ayrıntı… “Türk” diye hitap eder. Örneğin “Türk ona serinkanlılıkla şöyle cevap vermişti” gibi (s.382).   Sadece kendi cemaati içindekiler için isimler kullanır. Türk diye hitap etmeden anlattığı Mithat Paşa, Ali Paşa ve Ahmet Vefik Paşa vardır. Bu da kitapta anlatılan olaylar gereğidir.

2. İstanbul’da 35 yıl kalmış olmasına rağmen kitabında bir Türk ile dost olduğu görülmez. Tek dostları, kendi cemaatine ait insanlar arasındandır. Kendini yaşadığı ülkeye kapatmış, amaçları doğrultusunda kendi cemaati dışına çıkmamıştır. Bu açıdan, dar görüşlü bir insan olduğunu söylemek gerekir. Kültürleşmeyi reddetmekte, yaşadığı topluma yabancı kalmayı tercih etmektedir.

Sadece Ahmet Vefik Paşa’dan övgüyle bahsettiği görülür. Bu da bir menfaat arkadaşlığıdır. Ayrıca Ahmet Vefik Paşa’nın Hristiyanlığa olan sempatisi de Paşa’ya olan yakınlık duygularını artırmaktadır. Ahmet Vefik Paşa’nın Müslüman olmasına rağmen, “pek çok konuda Hristiyanlığa daha fazla sempati duydu”ğunu söyler. Örneğin, masasının üzerinde Arapça bir Kitabı Mukaddes vardır. İşaya’yı tüm şiirlerin üzerine yerleştirdiğini söylemiştir. Mezmurlarla İşaya arasında kıyaslamalara dahi girişmiştir. Ahmet Vefik Paşa’nın şöyle söylediğini aktarır: “Bunlar, hayattan tecrübelerle dolu. Sıkıntıda olan bir adam Meznurlar’dan muazzam bir sabır devşirilebilir. Bize de şöyle söylemeyi öğretiyorlar: ‘Allah bizim sığınacağımız yerdir’ (Mezmurlar, 46/1). Hem İşayayı hem de Mezmurları okurken müthiş zevk alıyorum”. Ahmet Vefik Paşa’nın söylediği iddia ettiği bu cümlelerden sonra, böylesi Müslümanların “adı Hristiyan adı olup da Kitabi Mukaddesi küçümseyen yahut vakitlerini ve bilgilerini onun değerini düşürmeye adayanlara bir azarlamadır” demektedir (s. 417).

3. Kitabında, Türklere yönelik hep bir “had bildirme” isteği vardır. Bu “had bildirme”, bir “superman” edasıyla yapılır. Çünkü Türklere hadlerini bildirerek mazlumların yanında yer alır. Her zaman en doğru cümleleri seçmekte ve en doğru hareketleri yapmaktadır. Ermenilerin koruyucu babası gibidir ve sanki Türklere haddini bildirmekle görevlidir. Bu izlenimleri destekleyecek birçok örneği kitapta bulmak mümkündür. Örneğin, bir gün “iri yarı, güçlü, kuvvetli bir Türk”ün 10 yaşlarında bir Rum çocuğunu “acımasızca” kamçıladığını görür. Çocuk “Beni öldürme! Beni öldürme” diye bağırmaktadır. Elindeki büyük sopayla, “Türke bir darbe indirdim” der. Türk, arkasındaki duvara doğru yalpalar, hem oğlanı hem de sopasını bırakır. Ancak “dört beş Türkün” ona doğru yaklaştıklarını görür. Kaçmayacaktır. “Hiç çekinmeden” karşılarında durur ve “sizi hapse attırmak için elimden geleni yapacağım” der ve şöyle devam eder: “o adamın o çocuğu dövdüğünü gördünüz. Bunun kanuna aykırı olduğunu da biliyordunuz. Ancak tek laf etmediniz”. Bu sözler üzerine Türklerin “kafası karışmış”tır. Şöyle derler: “Bunu yapma çelebi. O adama mukayyet olacağız, oğlanı asla bir daha dövmeyecek”. Bir daha böyle yapmayacaklarına dair söz verince “onların cezasını bağışlamaya” karar verir (s.205).

Başka bir gün, bir yemek esnasında Türk, satın aldığı takımı göstererek ona şöyle der: “evet, bu takıma 100 pound ödedim. Lakin sonrasında bir fakire de on pound sadaka verdim. Bizim töremizde bu böyledir. Bütün lüks nesnelerin tutarının onda biri fakire verilmelidir. Ondan sonra Allah’ın rahmeti üzerinize olur”. Bunun üzerine Hamlin, “Takdire şayan bir kural bu. Fakat Sultan yahut paşalar da bu töreye uyuyorlar mı?” dediğinde Türk, “Aa, bakınız orası tümüyle başka bir şey” cevabını verir. “Onların bu takva anlayışıyla ilgili olarak karşımdakine haddini bildirecektim ama peşine düşmedim” demektedir (s.221). Tabi, haddini nasıl bildirecekti insan merak ediyor . Bana göre bu cümleler, içinde yaşadığı toplumu zerre kadar sevmediğinin bir göstergesi!

Başka bir örnekte, ekmek yapmak için ısmarladığı büyük makinaları gemiden indirmek için Türk  hamallar 10 lira isterler ancak Hamlin 3 lira teklif eder. hamallar kazana dokunmazlar. “Benim kendilerinin pençesinde olduğumu düşünüyorlardı” der ve bunun üzerine limanda bekleyen bir İngiliz gemisinden yardım ister. Kaptan ve denizciler bu yardım için para almazlar. Çünkü “Türkleri şaşkın şaşkın kendilerine baktırmak onlar için bir eğlence olmuştur” demektedir (s.282-283). Hamlin, bir kez daha Türklere hadlerini bildirmiştir ve Türk hamalların “Bir daha benim sözüme itiraz etmeyeceklerini açıkça söyledikleri”ni de ilave eder. Türk hamallar üzerinde kazandığı büyük zafer! Bir yük taşıma mevzusu bile Hristiyan dayanışması ile çözülmüştür. O dönemde, denizci, kaptan ya da misyoner bir öğretmeni bir araya getiren Türk düşmanlığına hayret etmemek mümkün değil!

Robert Kolej için arsa satın almaya uğraşırken de simsarlara hadlerini bildirmiştir. Kendisini dolandırmaya çalıştıklarını, ancak “rezil şekilde başarısız” olduklarını ve “kurnazlık”larıyla kaldıklarını söyler.

Sadrazam Ali Paşa, Mr. Robert’a bir Mecidiye nişanı vermek istediğinde de yine Türklerin aşağılandığı ya da hadlerinin bildirildiği bir olay yaşanır. Sadrazam Ali Paşa Mr.Robert’a şöyle der:  “Devletlü Efendim Sultanım, cömertçe ve insaniyet namına yaptığınız bu eserden ötürü size yüksek takdirlerini ifade etmek istemektedir. Size bu Mecidiye nişanını vermemi emir buyurdular”. Ancak Mr. Robert “kibarca ve en uygun dille”  bu nişanı geri çevirir. Kendisinin “sıradan bir cumhuriyetçi Amerikan vatandaşı olduğunu, bu türden nişanların Amerikalılar arasında kullanılmadığı”nı söyler. Sadrazam, onun ricasının kabul gördüğünün bir belirtisi olarak bir reverans yapar ve odadan çıkar. Hamlin’e göre “Muhtemelen daha önce bir adamın bir nişanı iade etme ihtimalini asla tasavvur etmemiş”tir. Yazdığına göre “Mr. Robertın bu yönelişi, Amerikan vatandaşlığına ilave bir itibar kazandırdığından dolayı umumiyetle beğeniyle karşılan”mıştır (s.407-408). Bir Türke daha had bildirmenin mutluluğu içinde olan Hamlin ve Mr.Robert’ın, Türklere yönelik bu düşmanlığının kaynağını anlamak güç! Yakın zamanda kurulan bir ülkenin vatandaşı olarak bu Amerikalılar, içlerindeki bu kini hangi arada biriktirmişlerdir? Amerikalılarla Türkler daha önce hiç savaşmamış ve herhangi bir sürtüşme yaşamamışlardır. Bu nefret nereden gelmektedir? Sanırım, bu nefret, İngilizlerdeki nefretin Amerika’daki tezahür olarak görülebilir. Nitekim, Hamlin, İngilizleri ve Amerikalıları ortak olarak düşünmektedir. Dolayısıyla İngilizleri ve Amerikalıları birbirinden çok da ayrı düşünmemek gerekir.

Başka bir had bildirme vakası, bir Türk sandalcıyla yaşanır. Bir gün yine “bir Türkün sandalında şehirden geliyordum” demektedir. Hava çok serttir ve Beşiktaş’a yaklaştıklarında küreklerden birinin palası bir şeye çarpar ve baş tarafından yaklaşık üç ayak kadar kırılır. Hamlin, kırılan parçayı alır ve atölyesinde tamir eder. Kayıkçı, bu duruma hayret etmiştir. Çok geçmeden bir başka kayıkçı da kırık küreğini getirir ve “yeryüzünde benden başka hiç kimsenin bunu tamir edemeyeceğini” söyler. Hamlin ise “Benim hizmetimdeyken kırılan küreklerden başkasını tamir etmem” der ve artık kendisine başka kürek getirilmez. Türklere had bildirmekle meşgul olan Hamlin’in Türklerin yardımseverliğinden gram nasibini almadığı açık! (s.226).

Türklere başka bir had bildirme de kolejin inşaatı sırasındaki malzeme alımında yaşanır. Hamlin, tuğlacılar “çok geçmeden benim bunlara ihtiyacım olduğunu anladılar ve fiyatı artırdılar” demektedir. Ancak yine “muazzam bir buluş yaparak”, tuğlacılarla iş yapmayı bırakır ve başka bir çözüm bulur (s.398).

Fırını açtığı sırada yapılan kontrole gelen hükümet görevlilerini de alt etmeyi başarır. Örneğin fırını teftiş eden müfettişin bazı olumsuz mütalaalarını görünce, elini müfettişin omuzuna koyar “dostum, sen, yeterince uzun bir antlaşmayı ihlal ediyorsun. Ben bu duvarın beri tarafının hakimiyim, sen de öte tarafın” der ve müfettişi bahçe kapısından çıkararak kapıyı kapatır. Müfettiş bunun üzerine “sen benim Sultanımdan daha mı büyüksün ki beni kapının önüne koydun?” diye serzenişte bulunur. “Ah hayır efendim  sultandan daha büyük olan sizsiniz;  o, yapılan antlaşmalara riayet ediyor. Siz ise onları çiğniyorsunuz  onun büyükelçiliğinden bir görevli size eşlik etmediği halde siz bir Amerikalının mülküne giremezsiniz. Siz buraya, antlaşmayla elde ettiğimiz haklarımızı ihlal edecek şekilde geldiniz”  der ve konuyu çözer (s.279). Ayrıca ekmekleri kontrole gelenlerin bayat ekmekleri tartmasına karşı çıkar ve taze ekmekleri tartmaları gerektiğini söyler ve şöyle devam eder: “bunun doğuracağı sonuçlarla tehdit ettim. Bir daha gelmediler” ( s. 287). Tehdit etme, kelime oyunları ve gözdağı verme ile geçen İstanbul yıllarına bakıldığında, aynı üslubu kendisini American Board ve Robert Kolej’den ayrılmak zorunda bırakanlara karşı kullanmadığı görülür. Demek ki bu dili, sadece Türklere karşı kullanmaktadır. Tabiri caizse, Türklere karşı aslan kesilirken, Amerikalılara karşı süt dökmüş kedi gibidir.

4. Hamlin, 35 yıl yaşadığı Türkiye’de gezip gördüğü hiçbir yeri övmez. Güzel bulduğu herhangi bir yer ismi söylemez. Bir tek Uludağ’ı beğenir. O da ülkesine benzediği içindir. Söylediğine göre “Boğaziçi’nin emsalsiz güzelliği bile” onun vatan hasretine çare olmaz. Hatta “Boğaziçinin güzelliği tatsızlaşır, neredeyse mide bulandırıcı bir hal alır” demektedir. “Tabiat ne kadar da mükemmeldir benim ülkemde!” sözlerini de ekler (s. 210). Kendi ülkesine hasret kalması ve hatta Türkiye’de herhangi bir yeri beğenmemesi normal karşılanabilir. Ya da kitapta bu türlü övgülere girmek istememiş olabilir. Ancak yine aynı kitapta, “eski zamanların büyüleyici şehri Venedik”ten, bölgedeki “şahane katedral”lerden, Köln’deki “harikuladeki katedral”den ve Harrow-on-the-Hill’deki “güzel şapel”den bahsetmesi,  Hamlin’deki çifte standartı göstermektedir (s.369-372).

5. Kitapta üst kapalı anlattığı önemli olaylar vardır. Örneğin, Bebek İlahiyat Okulundan ayrılışı konusunda detay vermez. İzin kullanmak istediğinden, yorulduğundan ve kızlarını ABD’deki okula kayıt ettirmek niyetinden bahseder. ABD’ye gidiş gelişi yaklaşık bir yıl sürecektir. Bu sırada bir başkası Bebek İlahiyata yönetici olarak gelir (s.337). Bu kişi o sırada Erzurum’da bulunan Misyoner William Clark’tır. Clark’ın bu görevde sürekli kalmak istediğini ancak Amerikan Board’ın buna izin vermeyeceğini söyler (s.332). Mr. Clark’ın ayrılmasıyla okuldaki görevine yeniden döner. Ancak sonrasında Bebek İlahiyat okulunun Merzifon’a taşınmasına karar verildiğini yazar. Bu taşınmanın nedenini anlatmaması oldukça ilginçtir. Nedenini bilmemesi mümkün müdür? Sanmıyorum.

Sonrasında American Board’dan istifa eder. Nedenini yine açıklamaz. Söylediği şudur: “New Yorklu Mr. Christopher Robert’ın İstanbul’da bir kolej kurulması konusunda benimle yazışmalara girmiş olması münasebetiyle, American Board ile olan bağlantılarımdan istifa ettim. Bu istifa Mayıs 1860’ta yürürlüğe kondu” (s.364). Mr.Robert’la yaptığı yazışmaların mahiyetinden ve neden bir Amerikan Koleji kurulmak istendiğinden de bahsetmez. Oldukça dikkatli hazırlanan bu anılar, hesaplanarak, ileride kendisine ve Hristiyan misyonuna herhangi bir zarar gelmeyecek şekilde yazılmıştır. En azından okurken ben öyle hissettim!

Bir başka örnek olarak, Londra’da merkezi bulunan Türk Misyonlarına Yardım Cemiyetinden (The Turkish Missions Aid Society) bahsedişi uygun olacaktır. Bu cemiyetin Bebek’teki çalışma odasında doğduğunu  söyler. Bu cemiyet nasıl ve neden kurulur? Amacı nedir? kurucular kimlerdir? gibi konularda yine herhangi bir bilgi yoktur. Bu cemiyetin kurucularından Cuthbert G. Young ile sohbetinde Young’ın şu sözlerini aktarır: “Ermeni ırkı, Türkiye’ye giriş vasıtası olacak açık bir kapıdır”. Türkiye, nasıl “açık kapı” olacaktır? Neden açık kapıya ihtiyaç vardır? Bu “açık kapı” ile ne yapılacaktır? gibi soruların cevapları verilmez (s.337).

Robert Kolej’den ayrılması da gizemlidir. New York’ta Mr. Robertla görüşür. Bu görüşmede “zannedersem benim için artık İstanbul’a dönem vakti geldi” dediğinde Mr. Robert şöyle cevap verir: “Dr. Hamlin, sizin İstanbul’a geri dönmemenizin en iyisi olacağı düşünülüyor”. Kimler düşünüyor? Okulu Mr. Robert ile birlikte kurduğunu kitapta anlatırken, başka kimsenin adı geçmez. Ancak konuya dahil olan başka kimselerin de olduğu açıktır. Bu kişiler kimlerdir? Yine kitapta hiçbir ipucu verilmez. Bağışçılar mı? Mütevelli heyeti mi? Başkaları mı?

Mr.Robert’ın sözlerinin zihninde “karanlıkta kalmış pek çok şeyi aydınlattı”ğını söyler ama bu aydınlanmayı okuyucuya aktarmaz. Kitabında anlattığından çok daha fazlasını bildiği, ancak bunları bilinçli şekilde paylaşmadığı hatta gizlediği söylenebilir. “Hiçbir açıklama istememeye ne gidişatım ne de haklarımla ilgili savunma yapmamaya karar verdim” der ve konuyu kapatır (s.436).

Kolejden ayrıldığı sırada 3000 dolardan az olmayan bir maaş tutarının çekilmemiş olduğunu da söyler. Çünkü koleje bağış arama faaliyetleri sırasında maaşını çekmemiş ve “mümkün mertebe en tasarrauflu biçimde” yaşamaya gayret etmiştir. Ne Mr. Robert’ın ne de mütevellilerin hiçbir şey teklif etmediğini söyleyerek, “Ben de içime gömdüğüm öfkemle ve gururumla hiçbir şey istememeye karar verdim”  demektedir (s.437).

Ne olmuştu da Mr. Robert’la ayrı düşmüşlerdi? 17 yıldır birlikte çalışan ve bir kolej kurmaya muvaffak olan bu ikilinin yol ayrımına neden olan hususlar, hala karanlığını koruyor. Mr. Robert, sonrasında aniden Paris’te ölür. Önceki vasiyetinde, Hamlin’in kullanımına verilen 15.000 dolarlık bir meblağ varken, Mr. Robert’ın bu vasiyeti de değiştirdiği anlaşılıyor. Hamlin’e yeni vasiyetinde hiçbir şey bırakmaz. Hamlin’in, kitabında yaptığı harcamaların miktarını sıklıkla vermesi, maddi açıdan kendisini aklama çabası mıdır? Bilmiyoruz. Ancak Robert Kolej’den ayrıldıktan sonra maddi açıdan sıkıntıya düştüğünü söylemektedir. 17 yılı Robert Kolej’de olmak üzere tam 35 yılını Doğu’da geçirmiştir. Emeklerinin hepsinin “göz göre göre görmezlikten gelindi”ğini yazar. Ama bunu kim ya da kimlerin neden yaptığıyla ilgili tek bir cümle bile yazmaz.

Türklere tüm dik başlılığını sergileyen Hamlin, konu Amerikalılar olunca yine tüm haksızlıkları sineye çekmiştir. Kitabında dahi yaşananlarla ilgili en ufak olumsuz söz bulunmaz. Ölümüne kadar, American Board ve Mr. Robert ile ilgili yaşanan olumsuzlukları ifşa etmez.

35 yıl yaşadığı ülkeyle bütünleşemeyen, bu ülkeyi ve insanlarını hakir gören Hamlin, Amerikalıların menfaatleri için canla başla çalışmıştır. Osmanlı Devletini ve toplumunu umursamamış ve hatta küçük görmüştür. Çok ironiktir ki beğenmeyip aşağıladığı Türkler, onun adını hala Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşatmakta… Sahi, neden?

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

Hamlin, Cyrus (2012). Robert Kolej Uğrunda Bir Ömür. (ilk yayin tarihi 1893). Çev. Ayşe Aksu. İstanbul: Dergah Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir