Avrupa, nasıl oldu da tüm dünya üzerinde egemenlik kurabildi? Bugün, ABD en güçlü devlet olsa da, ABD’yi kuran kaynağın Avrupa olduğu unutulmamalı! Avrupa, dünyadaki karasal yüzeylerin sadece yüzde 8’ini oluşturduğu halde, dünyanın büyük bölümünü nasıl sömürgeleştirebildi? Bu gücü nasıl elde etti?
Yazar: Dr.HumeyraTuredi
Karşı-Damgalama başladı mı?

Karşı-damgalama, damgalanan aktörün harekete geçmesidir. Kendisine yapılanlara artık dur demesidir. Damgalama “öyle değil işte böyle yapılır” gösterisidir. Sonuçta, damgalanan aktör, damgalanmayı kendisi istememiştir. Damgalama ve karşı-damgalama düellosu, hayatın her alanında olduğu gibi siyasette ve uluslararası ilişkilerde de kendisini göstermektedir.
Darwinizmin Sanata Etkileri
Gabriel von Max (1840-1915), antropolojiye ilgi duyan bir sanatçıdır. Yaşadığı dönemde Charles Darwin’in (1809-1882) Türlerin Kökeni (1859) adlı kitabı üzerinde tartışmalar vardır. Bu tablo da Alman bilim camiasında devam eden bu tartışmaların bir göstergesi niteliğindedir.
Türkler neden damgalanıyor?
Türklerin yüzyıllardır, barbar, tembel, geri, kirli, medeniyetsiz gibi etiketlerle damgalandıkları malum… Peki neden kaynaklanıyor bu damgalamalar? Bu sorunun teb bir cevabı yok aslında… Farklı araştırmaların, farklı sonuçlar ortaya çıkardığını görüyoruz. Örneğin, Özlem Kumrular, olumsuz Türk imgesinin oluşmasında yarı sorumluluğu Avrupa’ya yüklerken, sorumluluğun diğer yarısını ise Osmanlı Devleti’ne yüklemiştir. Ona göre “Türkün kötü imgesinin yaratıcısı Avrupadır”, ancak Türkler de bu söylemin oluşmasına çanak tutmuştur (Kumrular, 2011: 7). Çünkü Osmanlı Devleti, fetih politikası gereği “bilinçli ve sistematik bir çalışmanın ürünü” olarak kendisi hakkındaki bu olumsuz imajın oluşmasına yardımcı olmuştur. Kumrular’ın araştırma sonuçları, bu fetih politikasının üç bileşenini şu şekilde adlandırmıştır: “vahşet, kibir, görkem”.
Kaptan Swing deyince aklınıza bir çizgi kahraman mı geliyor? İtalya’da 1966 yılında yayınlanan bir çizgi kahraman… Hatta bu kahramanın 1971’de Yeşilçam filmi de çekilir. Ama benim burada anlatacağım Captain Swing, başka bir Swing…
Daniel Defoe’nun Teşhiri
Teşhir cezasının amacı suçluyu utandırmak, rezil etmek ve topluma göz dağı vermektir. Peki, teşhir cezası her zaman bu amaçlarına ulaşabilir mi? Bazen toplum, mahkemenin vermiş olduğu teşhir kararına beklenenin tam tersi bir tepkiyle cevap verebilir.
Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesi’ne
İstanbul Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesi’ne geçiş sürecinin ardındaki düşünsel evrim, Ernst Hirsch’in anılarında anlatılır. Ernst Hirsch (1902-1985), Türkiye’ye göçen Alman asıllı Yahudi bilim insanlarından biridir. 1933 yılında geldiği Türkiye’de 20 yıl kalır. Türkçeyi öğrenir ve derslerini Türkçe vermeye başlar. Türkçe kitaplar yazar. Hukuk profesörü olan Hirsch, Türkiye’de sevilir ve kendisi de Türkiye’den “ikinci vatanım” olarak bahseder.


Almanya’da yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle 1933 yılında Türkiye’ye gelen Alman bilim insanlarıyla imzalanan sözleşmeye bir dil şartı koyulmuştur. Nedir bu dil şartı? Şart, bu bilim insanlarının Türkiye’ye geldikten 3 yıl sonra Türkçe ders vermelerini zorunlu kılmaktadır. Bu mülteci bilim insanlarından biri olan Ernst Hirsch anılarında, şartın zorluğundan bahsetmektedir. Önce, Osmanlı döneminde sayısız yabancı uzman çalıştırıldığını ancak böyle bir şartın konulmadığından bahseder. Ancak Hirsch, bu maddeyi anlayışla da karşılamaktadır “sonuçta” der “ dil doğal bir anlaşma aracıdır. Ve dil olmaksızın öğretmek ve öğrenmek de neredeyse mümkün değildir”.
Fritz Neumark’ın (1900-1991) Boğaziçi’ne Sığınanlar kitabını okuyordum… Kendisi 1933-1954 yılları arasında Türkiye’de yaşamış. Nazi döneminde Almanya’daki baskılardan kaçarak Türkiye’ye gelen bilim insanlarından…İstanbul Üniversitesi’nde İktisat ve Maliye Kürsüsü’nün başında yıllarını geçirmiş. Kitabında anılarına ve düşüncelerine yer veriyor. Kitapta dikkatimi çeken, Türklerin “keyif yapma” alışkanlığından bahsetmesi…Yazdığına göre Türklerdeki keyif yapma alışkanlığı erkeklerde kadınlara oranda daha fazla imiş. Şöyle diyor:

Robert Phillipson’un Linguistic Imperialism başlığıyla 1992 yılında yayımladığı kitap akademik camiada büyük yankı yapmıştır. Türkiye’de pek ilgi görmese de Phillipson’un dikkat çektiği noktalar dil öğrenmek isteyen her bireyin önem vermesi gereken hususlardır. Sadece bireylerin değil, devletlerin de yabancı dil öğretimi konusunda uyguladığı politikaları bu görüşler ışığında tekrar gözden geçirmesi faydalı olacaktır.