Robert Kolej’in kurucusu misyoner Cyrus Hamlin’in yazdığı “My Life and Times” adlı kitap, Ermeniler ve Amerikalılar arasındaki ilişkiye ışık tutacak nitelikte…
Kitapta görülür ki American Board adlı misyoner kuruluş, Cyrus Hamlin’i Osmanlı İmparatorluğu’na misyoner olarak gönderir. Hamlin’in Osmanlı İmparatorluğu’na American Board tarafından gönderilme nedeni buradaki Ermenileri Protestanlaştırmak, onlara kol kanat germektir. Peki neden? Neden Ermeniler?
O dönemde Osmanlı İmparatorluğu, dini inançlara göre topluluklara ayrılmış ve bu topluluklar millet olarak adlandırılmıştır. İmparatorlukta, millet olarak tanınmanın ibadethane açmak, okul kurmak gibi çeşitli avantajları vardır. Ortadokslar, Katolikler, Yahudiler birer millet olarak tanınmışlardır. Ancak imparatorlukta tanınmayan bir topluluk vardır: Protestanlar. Hem sayıları fazla değildir hem de Fransa ve Rusya bu mezhebin tanınmasına karşı çıkmaktadır. Hamlin’i ülkeye gönderen American Board’ın amacı Protestanların İmparatorluktaki sayısını artırmaktır. Bu amaç doğrultusunda, Ermenileri bir araç olarak görür. Çünkü o dönemde bir kısım Ermenilerin kendi kiliselerinden rahatsızlık duydukları ve Protestanlığı kabul ettikleri tespit edilmiştir. Bu kişiler, kendi milletlerinden dışlanmış ve zor şartlar altında yaşamaya itilmişlerdir. İşte American Board, bu durumu tespit edip hemen yardıma! koşar. Amaçları için güzel bir fırsat doğmuştur.
Amerikalıların Osmanlıya nüfuz etmek için Ermenileri kullanmaya çalıştığı anlaşılıyor. Ermenileri Protestanlaştırmak ve bir Protestan millet oluşturmak görünür amaçları olsa da, oluşturacakları bu Protestan milleti sayesinde İmparatorlukta söz sahibi olmayı hedefledikleri açık… Yani amaç sadece Protestanlığı yaymak değildir. Bu Protestanlık konusunun güzel bir paravan olduğu söylenebilir. Asıl amaç, İmparatorluğun hüküm sürdüğü bölgede söz sahibi olmaktır tıpkı Fransa ve Rusya’nın Katolikleri ve Ortadoksları kullanarak söz sahibi olduğu gibi. Nitekim Türk Misyonlarına Yardım Cemiyeti üyesi Cuthbert G. Young, Hamlin’e şöyle demiştir: “Ermeni ırkı, Türkiye’ye giriş vasıtası olacak açık kapıdır” (s.337).
Bu noktada, Hamlin’in en büyük yardımcısının İngiliz büyükelçileri olduğunu söylemek lazım. İngiltere, neden Hamlin’e yardım etmekte, kol kanat germektedir? Cevap, İngiltere’nin, kendisine Osmanlı İmparatorluğu içinde sadık bir millet oluşturma çabasında gizlidir. Çünkü o dönem itibarıyla, Fransa’nın İmparatorluktaki sadık milleti Katolikler, Rusya’nın sadık milleti ise Ortadokslardır. İngiltere de Amerikayla birlikte kendine sadık bir “millet” oluşturmayı başarıyor tabi sonunda… Bu sadakatin diyetlerini ABD’nin bugün de ödediğini söyleyebiliriz (Bkz. Amerikan Başkanı Joe Biden’ın söylemleri 24.04.2021)
Hamlin, 1839’da İstanbul’a geldiğinde “karmaşık bir ortam”la karşılaşmıştır. Çünkü Hamlin’in yazdığına göre “Ermeni ruhban sınıfı ve o milletin ileri gelenleri, kiliselerinden ayrılarak Protestanlığı kabul edenlere akıllara gelmeyecek şiddette tepkiler vermekte, onları dini ve sosyal hayatta boykot etmektedir”. Hatta bu kişiler, devlet makamlarına da “aralıksız şikayet” edilmektedir (s. 9). Hamlin’in yazdığına göre, herhangi bir Ermeninin bağlı olduğu kiliseden ayrılması imkansızdır. Osmanlı devlet yönetiminin meydana getirdiği bu durum nedeniyle, Ermeni Kilisesinin dışında yeni bir kilise kurulmasının mümkün olmadığını söylemektedir. Buna kalkışmak ise İmparatorlukta oluşturulmuş olan dini örgütlenmeye karşı bir suç teşkil etmektedir (s.262).
Hamlin, Protestanlığı yaymak için ülkeye gelir gelmez Bebek İlahiyat Okulu’nu kurar. Öğrencileri genelde fakirdir. Bu gençler, açıktan açığa Protestan görüşleri benimsemiş ve bu yüzden malları mülkleri zarar görmüş ailelerden gelmektedir. Yazdığına göre bazıları, kilisenin yanlışlarını ve putperestliklerini kendi başlarına reddetmiş on sekiz yirmi yaşlarında gençlerdir ve akrabaları tarafından kovulmuşlardır (s.233). Okuldaki çoğu gencin burada eğitim görmek için her şeylerinden feragat ettiklerini ve “kendi halklarını özgürlüğe kavuşturmak adına bir şeyler yapma arzusuyla” yanıp tutuştuklarını söylemektedir (s.239).
Hamlin, vakit kaybetmeden Ermenice öğrenmeye başlar. Protestan olmuş Ermenilere yardım ederek, onların dini bütün misyoner olmalarını sağlama amacındadır. Geldiği ülkenin dilini öğrenmeye gayret dahi etmez, tek odak noktası Ermeniler ve Ermenicedir. Ermenice öğrenirken bu dilin içerisine “epeyce Türkçe kelimenin karıştığını” keşfeder. Bu yüzden “mümkün mertebe bu kelimeleri kullanmamaya ve sade Ermeniceyi konuşma”ya karar verir. Ermeni okullarına ders kitapları tercüme eder (s. 237). Ona göre “Ermenice o zamanlar kaba, işlenmemiş bir lisandır”. Hatta Katolik Ermenilerin bu dili “burun kıvırarak” terk ettiğini ve Türkçeyi seçtiklerini söylemektedir. Şöyle der: “Misyon teşkilatı bizlerin, Ermeni ırkının dili olarak Ermeniceyi benimsememiz ve onu en mükemmel hale getirmemiz gerektiğini gördü”. Bu yüzden, Ermeniceyi geliştirmeyi ve kayıt altına almayı hedefler. Çalışmalarını tamamladığında “modern Ermenice şu an tamamıyla yenilenmiş vaziyettedir” diyebilecek seviyeye gelmiştir. Hatta Ermenicenin “güzel ve işlenmiş bir dil” halini aldığını da belirtir (s.198). Okulda işlediği müfredatın, Ermeni dilinin işlenmesinde “muazzam bir itici güç” olduğunu söylemektedir. Sözlerine şöyle devam eder: “Geldiğimizde onu çamur ve demir halinde bulduk; altın olarak bıraktık. Yalnızca şunu iddia ediyorum, bu dilin Rönesansında Bebek İlahiyat Okulu yer almıştır” (s.233).
Sonradan öğrendiği bir dili, bir dil uzmanı olmadığı halde nasıl geliştirip modernleştirebildiği bir muamma tabiki… Acaba geliştirdi mi yoksa bozdu mu? Hamlin’in kendi çabalarını ve tüm yaptıklarını kusursuz gibi gösterme çabasının tüm kitapta hissedildiği bu söylem bağlamında da görülebilir.
Ermenilerin Protestanlaştırılma çabalarına, Ermeni Patriğinden de tepkiler vardır. Ermeni Patriği, Hamlin’in ülkesine geri dönmesi ve Ermeni gençliğinin eğitimini ona bırakması için değişik yollardan kendisine “tezgahlar” kurmaktadır. En azından Hamlin böyle olduğuna inanır ve okuyucuların da bu iddiaya inanması için çaba sarf eder. Söylediğine göre Patrik, kimi zaman bazı öğrencileri okuldan ayrılmak zorunda bırakmada başarılı oluyordu, ama öğrenciler bir iki ay sonra geri dönüyordu (s.207). Ermeni Patriğinin yaptıkları, ona göre gayr-ı meşrudur. Ancak kendi uyguladığı planlar ise meşrudur. Çünkü onun dini en yüce ve doğru olandır. Kitabında, her yaptığını doğru gören bir dil kullanmasının, okuyucuda bezginlik uyandırdığını söylemeliyim.
Hamlin, Ermenilerin, koruyucu hamiliğine soyunur. Zor durumdaki Protestan Ermenilerin para kazanabilmelerini sağlamak için uğraşır. Örneğin, kahve değirmeni yapmaya da kalkışır ve bir Ermeninin iş sahibi olmasını sağlar (s.312). Bir Protestan Ermeniye sermaye vererek, fare kapanı işine girmesini sağlar. Ne de olsa “şayet İstanbul’da bir milyon üç yüz bin kili yaşıyorsa orada bir milyon üç yüz bin de fare var demektir” (s.270). Fırın açar, işletmesini Ermenilere devreder. Bu ekmek fırını, Haydarpaşa İngiliz Ordugahı ve İngiliz Üsküdar Hastanesi’nin ekmek ihtiyacını karşılar. Çünkü “mükemmel ekmek”leri vardır. Hristiyan dayanışmasının da bir örneğini sergiler (s. 305-306).
Kitabında “Ermeni şehit Hovakim”den bahseder. Hovakim, Müslüman olmuş bir Ermenidir. Ancak sonra tekrar Hristiyanlığa dönmüştür. İşte sorun, tam da bu noktada başlar. Çünkü anlattığına göre bu olay yüzünden ölüm cezasına çarptırılmıştır. Ona göre bu hadise etrafındaki olaylar “evrensel boyuttadır”. Şöyle der: “her mezhepten Hristiyan halk bu hadisede eski Türk despotizminin uyanışını gördü”. Yazdığına göre softalar ve ulema “genellikle kesik bir başı havada taşımakta” ve “meydan okuyan mağrur bir edayla ‘şimdi siz haddinizi bileceksiniz’ diye azametli adımlarla” yürümektedirler. Ona göre yalnız Rusya bundan memnun olur. Söylediğine göre Rusya, İngiltere’nin başına bela açmak ve onu hiçe saymak maksadıyla bu köhnemiş kesimi himayesine alıyor ve ileri çıkartıyordu (s.225).
Ancak İngiltere, herkese “ağızlarının payını verecek kadar muazzam şahsiyetli bir temsilciye sahip”tir. İngiltere Büyüklçisi Sir Stratford Canning’in “fevkalade zeki ve idrak kabiliyeti olan bir kişi” olduğunu söyler. Canning “Bir adamın Hristiyan olduğu için idam edilmesi meselesini müthiş bir kararlılıkla” ele alır. Büyükelçinin “Sultanı, gelecekte Hristiyanlığa girecek olan hiç kimseye idam cezası uygulanmayacağına dair güvence vermek zorunda bırakmayı başardı”ğını söylemektedir. Ona göre “Hristiyan Avrupa Hovakim hadisesinin bir kere daha tekrarını sineye çekmeyecekti. Bahsedilen hadise milyonların kalbinde yer etti. Türkler şimdi iyice anlamışlardı ki bu manzaranın bir tekrarı, hükümetin İstanbul’dan ihraç edilmesine yol açacaktı” (s. 225). Bu tehditkar ifadeleri, Hamlin’in 35 yıl yaşadığı ülkeyle hiç empati kuramadığını gösteriyor. Bu üstten bakan Batılı tavırlara rağmen, Türkler onun ismini Boğaziçi Üniversitesinde yaşatmaya devam ediyor. (Sahi neden?)
Kısacası, Amerikalılar ve Ermeniler arasındaki ilişkiler çok boyutlu… Burada sadece Amerikan misyonerlik faaliyetlerinde hedefe konan Ermenilerden bahsettik. American Board’un Ermeniler için görevlendirdiği Cyrus Hamlin gibi misyonerlerin, Ermeni milletini Roma’dan kurtardığına dair yaygın bir kanaat vardır (s. 237, 466). Ermenileri belki Roma’dan kurtarmış olabilirler ancak bu sefer de Amerika ve İngiltere’nin oyuncağı yaptıkları aşikar…! Ya da devir değişti de bugün Amerikalılar ve İngilizler mi Ermenilerin oyuncağı oldu?
Dr. Hümeyra Türedi
Yararlanılan Kaynaklar
Hamlin, Cyrus (2012). Robert Kolej Uğrunda Bir Ömür. (ilk yayin tarihi 1893). Çev. Ayşe Aksu. İstanbul: Dergah Yayınları.
“Amerikalılar ve Ermeniler” için bir yanıt
Yakın tarihimizin önemli konularından bir olan Ermeni meselesinin, Amerika penceresinden nasıl ele alınmaya başladığı ve günümüz Ermeni diasporasının Amerikan Federal Hükümetine nasıl istediğini yaptırdığına, bu yazıyı okuyunca daha iyi vakıf oldum. Teşekkürler Hümeyra Hanım.