Aydınlar, halkın beynini yıkamaya çalışır mı? Hem de nasıl… Bazen bilinçli ve planlı… Bazen rastgele… Frantz Fanon, beyin yıkayan aydın tipine değinmiş kitabının son bölümünde… Cezayirli bazı aydınların yaptıklarıyla konuyu örneklemiş… Ben de bu yazımda, Fanon’un bu “beyin yıkayan aydın” tiplemesine katkıda bulunmak istiyorum.
Fanon’un söylediğine göre sömürülen ülkenin aydınları, sömürge devlet tarafından kullanılır. Bu aydınların sömürgeci devlet ile işbirliği yapması istenir. Aydınların, sömürge oyununda rol alması sağlanır. Amaç, sömürge toplumuna içeriden saldırmaktır. Peki, bu durumda aydınlar ne yapacaktır?
Doğal olarak, bazı aydınlar sömürgecilerin oynamasını istediği rolü reddedecektir. Ancak bu kararın sonuçlarına da katlanmaları gerekecektir.
Bazı aydınlar ise zaten sömürgeci devlete büyük hayranlık duyduklarından, bu rolü memnuniyetle kabul edecektir. Sonuçta yapacakları şey, kendi toplumuna medeniyet götürmek gibi “masum” bir hedeftir. Sömürgeci devlet, bu aydınlardan, her platformda konuşmalarını ister. Hatta bağımsızlık, ulus, kölelik gibi konuları “özgürce” tartışmaları istenir. Çünkü bu tartışma, muhalifler tespit etmek için ideal bir yoldur. Bazı muhalifler bu tuzağa düşerek, sömürgeci aydın ile tartışmaya girerler ve kendilerini açık ederler.
Sömürgeciye kanmış aydınların bir diğer görevi, sömürgecinin başarılarını anlatmaktır. Ülkeye yaptığı katkılara değinirler. Sömürgeci olmasa, Ortaçağa geri döneceklerdir. Bağımsızlık gibi fikirlerin ne kadar yanlış olduğunu öğütlerler. Bu konuşmaları zaten gönüllü yaparlar çünkü söylediklerine de inanmaktadırlar. Bu aydınların etkinliğini artırabilmek için sömürgeci tarafından önemli “ödüller” de verilir. Aydınların değeri artmıştır, artık söyledikleri daha da kıymetlidir.
Fanon, bu aydınların sadece düşünür, şair, yazar, gazetecilerden ibaret olmadığını, “okumuş” diğer kesimin de bu sömürgeci aydın tayfasına dahil olabileceğini savunur. Örneğin 1954 yılından önce bir çok yargıç, avukat ve doktor, Cezayirlilerin suç işlemeye meyilli olduğunu iddia etmektedir. Hatta bir kuram geliştirilir ve bu kuramı destekleyecek bilimsel kanıtlar bulunur. Bu kuram yirmi yıldan fazla üniversitelerde okutulur. Başka bir ifadeyle, geleceğin aydınlarına bu kuram öğretilir. Peki, ne diyordur bu kuram? Buna göre Cezayir halkı doğuştan tembeldir, yalancı, hırsız ve hatta doğuştan suçludur. Bu düşünce o kadar tekrar edilir ki halkın kendisini kusurlu olarak görmeye başlaması kaçınılmazdır. Doğal olarak, böyle yetersiz bir halkın yönetilmeye ihtiyacı vardır. Bu yönetici de sömürgeci devlettir.
Bu yaygınlaştırılan düşünceye göre “Cezayirli sık sık cinayet işler. Cezayirli vahşi bir katildir. Seçtiği silah da bıçaktır”. Cezayirliler, derler, kanın sıcaklığını hissetme ve kurbanın kanında banyo yapma isteği duyarlar. Hatta Fanon’un söylediğine yargıçlar ve polisler, Müslüman ruhuyla kan arasındaki ilişkiye ciddi bir şekilde eğilirler. Cezayirlinin nedensiz cinayet işleyen katil olduğu söylenir. Fanon’a göre Tunus ve Fas’ta da benzer söylemler vardır ve sorun Kuzey Afrikalı insanların suça eğilimi olduğu inancına dönüşmüştür.
Cezayirlilere okullarda bile bu söylemleri öğretirler. Hatta Fanon, Cezayirli bir üniversitelinin “Kabul etmesi zor ama bilimsel olarak kanıtlanmış bir teoridir” dediğini aktarır.
Kuzey Afrikalının suça eğilimli olduğu, saldırganlığının çıplak gözle bile görülebildiği iddiaları, zihinsel kapasite ile ilintilendirilir. Cezayirli
zihinsel olarak geridir. Bu düşüncenin “bilimsel” temellerini Cezayirli Profesör Porot, 1935’te Brüksel’de Fransızca sunduğu bir tebliğ ile dile getirir. “Refleksleri çok az gelişmiş olan Kuzey Afrika yerlisi, sebzeye dayalı ve içgüdüsel yaşamı ara beyin (diencephalon) tarafından
yönetilen ilkel bir varlıktır” der. Bu açıklama ders programında bile yer alır. Kuzey Afrikalının beyin yapısı, “yerli”nin tembelliğinin, zihinsel ve toplumsal yetersizliğinin ve neredeyse hayvani içgüdülerinin nedeni olarak sunulur.
Cezayirlinin kendi aydını tarafından bu yönlendirilişi, onun sömürge oluşunun devamını sağlar. Sömürgeci aydın halkına zaten yabancılaşmıştır ve bir an bile sömürgeye maruz kalmış halkını düşünmez. Sömürgecinin yalanları, sömürgeci aydının gerçekleri haline dönüşmüştür.
Sömürgeci aydın halkına yabancılaştığı için halkının yaşadığı sıkıntıları göremez. Sömürgeci yüzünden yaşadığı sefalet sömürge halkını öfkeli yapmıştır. Nefret doludur. Ancak nefretini yöneltemediği eli silahlı Fransız vardır karşısında… Fransızlar polisleriyle, ordu ve tanklarıyla oradadır. O yüzden, nefretini her gün gördüğü Cezayirli komşusuna yöneltir… Büyük suç gibi gösterilen kavgalar, ekonomik sıkıntılar nedeniyledir. “Her günkü kıtlık, kirayı ödeyemediği için odasından atılma tehlikesi, bir deri bir kemik çocuklar, iş yerinin kapanması, karga gibi ustabaşının etrafında dolanan işsizler”… Fanon’a göre bir sömürge rejiminde insanın dış dünyayla ve tarihle ilişkisi yalnızca yiyecek ilişkisidir. Yaşamak, ölmemek demektir yalnızca. Yetişen her hurma bir zaferdir. (s.301)
Tüm bunları göremeyen sömürgeci aydınlar, “bilimsel” olarak kendi toplumları hakkında ahkam kesmeye devam ederler… Bu toplumu isyan etmemeye, kendileri için en iyisinin sömürge yönetimi olduğuna inandırmak isterler. Bu çabaları boşa çıkmaz. Akıllarını karıştırdıkları birçok insan vardır. Hem kendi toplumlarından hem de sömürgeciden itibar görürler.
Beyin yıkamaya gönüllü bu aydınların, beyinleri zaten yıkanmıştır. Peki, bunun farkında mıdırlar? Hayır. Yaptıklarına inanmışlardır. Bu aydın tiplemesine, sadece sömürge ülkelerinde değil, sonradan modernleşen her ülkede karşılaşabilir. Her şeyi bildiğini düşünen, ahkam kesen, kendi düşüncesini mutlak doğru gibi kabul eden, kendi mahallesinde ödüller alan ama kendi toplumunu tanımayan aydınlar… Tanıdık geldi mi?
Dr. Hümeyra Türedi
Yararlanılan Kaynak:
Fanon, Frantz (2016). Yeryüzünün Lanetlileri. Versus Yayınları.