Batı, Doğu’yu sömürür… Onun tüm zenginliğini ele geçirmek ister. Aynı zamanda Doğu’yu aşağılar… Kendini üstün görür. Batı’nın oluşturduğu algıya göre Doğu bilmez, Doğu üretmez, Doğu düşünmez.
Batı’nın bu propagandası, kendi menfaati içindir. O yüzden, Batı’ya kızmak yersiz. Tüm bunlar karşısında, Doğu’nun Doğulunun ne yaptığına bakmak lazım. Üretiyor mu? Çalışıyor mu? Yarışıyor mu? Batı’nın kendisi hakkında söylediklerine aldırmadan, kendi kimliğiyle var olmaya çalışıyor mu?
Tabi ki bu sorulara, tümüyle “evet” cevabı vermek mümkün değil. Kimi Doğulular Batı’nın hükümranlığına girmiş ve Batı için çalışmakta…Kimi, katiline aşık olma sendromundan hala kurtulamamış… Kimi umursamaz… Kimi bencil… Dolayısıyla tek bir Doğu’dan bahsetmek mümkün değil. Tek vücut şekilde, Batı’nın bu tahakkümcü anlayışıyla mücadele eden bir Doğu yok elimizde maalesef… Kendi kabuğuna çekilmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesine saplanmış, kanaat etmeyi yanlış anlayan Doğulu insanın dönüşmesi gerekiyor. Bu yazdıklarım binlerce kez tekrar edildi. Tüm Doğulular, tüm Müslümanlar yüzlerce kez uyanmaya davet edildi… Mehmet Akif, Ali Şeraiti, Malik bin Nebi, Muhammed İkbal, bahsettiğim uyarıyı yapanlardan sadece birkaçı…
Geçmişte de benzer uyarıların yapıldığını görmek, ne kadar yavaş ilerleme kaydettiğimizin bir göstergesi gibi… Bazen Namık Kemal’in makalelerini açıp okumak lazım… Konuşur gibi yazar, sanki bugüne seslenir. O günlerden bugünlere çok da değişiklik olmadığını göstermek için Namık Kemal’in bazı makalelerinden alıntı yapmak istiyorum bu yazıda…
Örneğin, Namık Kemal’in ahşap ev inşasına isyanı, Doğulu insanın değişime kapalılığına da bir isyandır aslında…. O dönemde İstanbul, tüm Anadolu’nun yaşadığı yangın felaketlerinin en ağırlarını sıklıkla yaşamaktadır. Ahşap yerine kâgir ev yapılması gerektiğini Namık Kemal defalarca dile getirir. Devletin ahşap ev yapılmasını yasakladığını ancak bu yasağın halk tarafından memnuniyetle karşılanması yerine “sızlanmaya mucip” olduğunu yazar. Ve halkın “gaflet içerisinde” olduğunu tekrarlar çünkü bu konuda defalarca uyarı yapılmıştır.
Sözü Namık Kemal’e bırakalım: “Hâlbuki hükümetin bu emri kâr edecek taş madenleri ve kiremit ocakları olduğu için vermediği meydanda idi. Halkın tahta çadıra bu kadar ibtilâsında acaba sebep nedir? Güya harîk arasında ağaçlar yanayana Cenab-ı Hakk’a dua ederek şehir üzerine istinzâl-i rahmet ederler imiş! Eğer ahşap binaya meylin sebebi bu ise zannımızca bu kadar yanık gönüllerin istimdâdı istinzâl-i rahmette âteş-i gazaba uğramış bir takım cemâdatın ihtiyaç bırakmaz. ‘Cenab-ı hak isterse kârgiri yakamaz mı? Yangını düşünerek kârgir bina yapmak tevekküle mugâyirdir’ diyenler de biliriz. Biz ise kârgir binayı Canabı Hakk’ın kudretine karşı durmak için değil meşiyyetine tevfik-i hareket için yapacağız. Bir binayı yangın yaklaşınca keçelere sarıp da tulumba ile muhafazaya çalışmak neden tevekküle mugayir olmuyo da kârgir yapmak mugayir oluyor” (Aydoğdu ve Kara, 2005: 554-556). Ancak ne denirse densin, halkın bu cahilliğinden vazgeçmeyeceğini de bilen Namık Kemal, “halkımız ne kadar musibet görse, ne kadar söz işitse yine bu bâbda bildiğinden şaşmayacağını pekâlâ biliriz” demektedir (Aydoğdu ve Kara, 2005: 554-556).
10 Ramazan 1289 tarihinde İbret’te yayımlanan “Tanzifât ve Tezyinât” başlıklı yazısında Namık Kemal, şöyle demektedir: “Bize bu çadırlar içinde oturmağı şeriat mi teklif ediyor? Billâh değil. İslâm kisrâ ve kayserin kasırlarını iğtinâm ile mübeşşer oldu. Koca pay-ı taht-ı saltanatta dükkân namıyla fare delikleri, hane unvanıyla tahta kehlesi yuvaları yapmak Osmanlılık vezâifinden midir? Namus-ı millet hakkı için değil? Şu gördüğümüz âlî camileri, sengî hanları Osmanlılar vucüda getirdi”. Geçmişiyle gurur duyan Namık Kemal, İstanbul’un durumunu şu sözlerle ifade etmektedir: “Gündüzleri sokak namında olan bu mezbahalardan ‘ubûra mecburiyet nedir? Sırat köprüsünü dünyada mı geçeceğiz? Geceleri sokaklarda, caddelerde meşhûd olan zulmet nedir? Zulümât-ı kabri dünyada mı göreceğiz? Geceleri, gündüzleri yangın mehlikesinden çektiğimiz felâket nedir? Azab-ı nâra dünyada mı uğrayacağız? Sokaklarımızda nezâfet yok. Ufûnetten canlar telef oluyor. Vücudlar sıhhatten kalıyor” (Aydoğdu ve Kara, 2005: 248).
12 Mart 1289 tarihli İbret’te yer alan “Müvâtedât-ı belediye” başlıklı yazısında da İstanbul’da tramvaylardan çekilen sıkıntıdan bahsetmektedir. “Tramvay önünde muttasıl adem telef olup durmaktadır” dediği yazısında, bunun sebeplerinden biri olarak halkın dikkatsizliğini gösterse de en büyük nedenin sokakların darlığı olduğunu söylemektedir. İstanbul’un bazı semtlerindeki yollarla Avrupa’daki yolları kıyas eden Namık Kemal’in, tramvay demirlerinin kaldırımla arasındaki oranından omnibüslerin minderlerinin üzerindeki iki parmak toza kadar pek çok şeyi eleştirdiği görülür (Aydoğdu ve Kara, 2005: 483).
Namık Kemal, başka bir yazısında insanlardaki gelecek tasavvurundan ya da tasavvursuzluğundan yakınmaktadır. Örneğin, 1 Haziran 1288 tarihli İbret‘te yayımlanan “İstikbâl” adlı yazısında şöyle demektedir: “Onlar (Avrupalılar)beş yüz sene sonra makinelerini idare için iktiza eden kömürün şimdiden tedarikini düşünüyorlar. Biz beş gün sonra midemizin hareketi için kat’iyyü’l-vücûb olan esbâb-ı istihsâlini bile düşünmüyoruz” (Aydoğdu ve Kara, 2005: 40). Bundan başka, yine İbret’te 5 Haziran 1288’de yayımlanan “İbret” başlıklı yazısında da “biz ise her zaman ne arzumuz var ise husulünü ibtidâ hükümetten ve olmaz ise Cenâb-ı Hak’tan bekliyoruz” demektedir (Aydoğdu ve Kara, 2005: 49).
1 Haziran 1288 tarihli “İstikbâl” adlı başka bir yazısında Namık Kemal şöyle der: “Onlar (Avrupalılar) iktiza edse kendi karınlarını aç bırakıyorlar. Çocuklarının fikrini besliyorlar. Biz düğününde ahbaba ziyafet verememek korkusuyla çocuklarımızı mektebe başlatamıyoruz da nimet-i marifetten mahrum bırakıyoruz” (Aydoğdu ve Kara, 2005: 40).
3 Ramazan 1289 tarihli “Terakki” başlıklı yine Ibret’te yer alan yazısında Namık Kemal, ilmin Çinde de olsa talep edilmesi emrinin ülkede “bütün bütün unutulmuş” olduğunu dile getirerek, “biraz elif-ba okudu ve biraz da emmâ tereyne’nin i’lâli gibi abesiyât ile uğraştı mı tahsilini tekmil etmiş” zannolunduğunu yazmaktadır. Aynı makalede şöyle demektedir: “Ey ihvan-ı vatan nice bir bu zalâm-ı gaflet?… Nice bu hâb-ı ten-perestând?… İdrakten mi kaldık? Biz de fen öğrenmeye çalışalım…. Ellerimiz tutamaz mı oldu? Biz de yeni bir şey yapalım da meydana çıkaralım” (Aydoğdu ve Kara, 2005: 220).
“Biz hiç mi okumayacağız?” başlığıyla 16 Şevval 1289 tarihinde yine İbret’te yayımlanan yazısında ise yaşanılan “cehalet” ten şikâyet etmekte, bu cehaletin fark edilmesini istemektedir. Şöyle söyler: “Biz hiç mi okumayacağız, hiç mi yazmayacağız, hiç mi bir şey öğrenmeye çalışmayacağız? Tahsilde bu ihmalimiz nedir? Aceb maarifi mi lüzumsuz görüyoruz? Yoksa kendimizi mi lüzumu kadar marifetli zannediyoruz? Eğer maarifi lüzumsuz görüyor isek bu nazarı neden peyda etmişiz? Neden medeniyetin maarif sayesinde meydana getirdiği bu kadar bedâyi’-i kemâlâtı düşünmüyoruz? Bir kerre akvâm-ı sâirede âsârını müşahade ettiğimiz rüchan-u terakkinin esbâbını taharrî etsek ne olur? Şeriatin men ettiği bir fiilde bulunmayacağız ki günah işlemiş olmaktan korkalım. Kendimizi lüzumu kadar marifetli görüyor isek neden böyle bir zanna zâhib olmuşuz? Niçin maarif-i hikemîye şöyle dursun hâlâ ahkâm-ı diniyemizi, tarihimizi, coğrafyamızı lâyıkıyla bilmediğimizden haberdar olamıyoruz? Niçin bir kerre de acaba dünyada bilmediğimiz nedir diye muhasebe-i nefs etmek istemiyoruz? Bir kerre kendi kendimizi imtihana çeksek ne olur? Cehlimizi gayra ifşâ edecek değiliz ki utanalım (Aydoğdu ve Kara, 2005: 561).
Namık Kemal, öngörülü büyük bir şahsiyet! Onu, sadece “Vatan yahut Silistre” eseriyle değil, tüm eserleriyle öne çıkarmak gerekir. Yazdığı dört ciltlik Osmanlı Tarihi adlı eseri ise yeterli ilgiyi görmüyor maalesef… Halbuki Osmanlı Tarihi eserinde, J. Hammer’in yazdığı Osmanlı Devleti Tarihi adlı kitaba ciddi eleştiriler getirir. Oysa bugün Namık Kemal’in eserindeki eleştirileri dikkate almadan, Osmanlı’yı Hammer’den öğrenmeye çalışan Türkler var.
Namık Kemal’in makaleleri bugüne seslenir. Eleştirilerinde saygıyı ve adabı asla elden bırakmaz. Ülkesini ne kadar eleştirse de Türkün kavuğunu, Avrupalının ceketine tercih eden bir düşünürdür. Ayrıca diğer aydınları da uyararak, ülke hakkındaki eleştirilerin Batılıların gözü önünde yapılmamasını isteyecek kadar da vatanseverdir. Kol kırılır yen içinde kalır misali… Bugün kendilerine “aydın” yakıştırması yapanların, Namık Kemal’den öğreneceği çok şey var.
Peki, yazının başında sorduğumuz soruya geri dönelim. “Doğu ne yapıyor?”. Küçük bir yüzdelik dilim dışında, pek de bir şey yapmıyor. Yukarıda Namık Kemal’in sözlerinde de görüldüğü gibi, yüzyılı aşkın senedir sorunları çözemeyen zihniyet değişmemekte ısrarcı… Sadece sömürende değil, sömürülende de suç olduğunu unutmamak lazım…Sömürülmeye, ne kadar zaman daha izin verecek Doğu? Çözümü ise herkes biliyor: OKUMAK, ÖĞRENMEK, ÇALIŞMAK hem de ÇOOK ÇALIŞMAK.
Dr. Hümeyra Türedi
Yararlanılan Kaynak
AYDOĞDU, Nergiz ve İsmail KARA (2005), Namık Kemal: Osmanlı Modernleşmesinin Meseleleri/Bütün Makaleleri 1, Dergâh Yayınları, İstanbul.