Kategoriler
Siyaset

“Doğu Despotu” Kavramının Kökeni Üzerine

Batı’nın Doğu’ya dair ortaya koyduğu, en belirleyici tanımlardan biri “Doğu despotu” ifadesidir. Doğu, despotluk demektir. Batı ise özgürlük…Bu doğrultuda, Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik sıklıkla “Doğu despotizmi” ifadesinin kullanıldığı da görülür. Bu düşünceye göre Batılı devletler liberal oldukları için ilerleyiş içindedirler ve ekonomik açıdan başarılıdırlar. Doğulu devletler ise ekonomik ilerlemeyi bastıran zorba rejimler olarak hayal edilirler.

Batı’nın Doğu’ya dair ortaya koyduğu, en belirleyici tanımlardan biri “Doğu despotizmi” ifadesidir. Doğu, despotluk demektir. Batı ise özgürlük…Bu doğrultuda, Osmanlı İmparatorluğu’na yönelik sıklıkla “Doğu despotu” ifadesinin kullanıldığı da görülür. Bu düşünceye göre Batılı devletler liberal oldukları için ilerleyiş içindedirler ve ekonomik açıdan başarılıdırlar. Doğulu devletler ise ekonomik ilerlemeyi bastıran zorba rejimler olarak hayal edilirler.


Bu yazıda, Doğu Despotizmi kavramının kökenini ve ifade ettiği anlamı Alan Grosrichard’ın Sultan’ın Sarayı: Avrupalıların Doğu Fantezileri adlı kitabından yola çıkarak analiz etmeye çalışacağız. “Doğu Despotu” kavramının 17., 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupa’da ne anlama geldiğine dair belkide en kapsamlı ve etkileyici çalışmanın Grosrichard’a ait olduğu söylenebilir. Nitekim Grosrichard’ın kitabının son baskısına yazdığı önsözde Mladen Dolar şöyle demektedir:

“1970’lerin sonunda, büyük ölçüde aynı konuyla ilgili olmakla birlikte, farklı bakış açılarıyla kaleme alınan, birbirinden bağımsız iki ayrı kitap yayınlandı. İki kitabın yazgıları farklı oldu. Edward W. Said’in Orientalism‘i (1978) birden başarı kazanıp, İngilizce konuşulan ülkelerde o zamandan beri temel başvuru kitabı olurken, Alain Grosrichard’ın Structure de serail’ı (1979) coşkulu olsa da sınırlı bir hayran kitlesi yaratmış, genel okur kitlesi içinde çok yavaş yer edinebilmişti. Sayısız örtüşmelere rağmen, iki kitap alanları, bakış açıları, yöntem ve tutkuları yönünden olabildiğince farklıydı. Batının Şark ile ilgili ‘fikirlerini’ ele alan her iki kitap, bu fikirlerin büyük ölçüde önyargılarla, tarafgirlikle ve ideolojik çıkarlarla yüklü bağışlanamaz çarpıtmalar oldukları, dolayısıyla sonuçta sadece Batı toplumlarının durumunu sergiledikleri ve Doğu betimlemeleri olarak ciddiye alınmamaları gerektiği inancını paylaşıyordu”(Grosrichard, 2004: 1).

Said kitabında on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda yoğunlaşmış, Grosrichard ise kendisini on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarla sınırlamıştı (Grosrichard, 2004: 5). Ancak Grosrichard’ın kitabı Said’in kitabına oranla daha az ilgiyle karşılanır. Bunun nedeni Grosrichard’ın incelemeyi seçtiği zaman aralığı olabilir ancak kitap, Doğu Despotizmi kavramının oluşturulmasına neden olan “mekanizmanın bütün köklerini açığa çıkar”maktadır (Grosrichard, 2004: 10). İşte bu yüzden, Türklere de vurulan “Doğu Despotu” damgasının kökenlerini Grosrichard’ın araştırmasından yola çıkarak irdeleyeceğiz.

Doğu Despotu kavramının on yedinci yüzyılın sonundan başlayarak tüm on sekizinci yüzyıl boyunca Avrupa’nın bütününe yayılmış olduğu görülür (Grosrichard, 2004: 26). Grosrichard’ın tespitine göre kavrama ilk olarak 1721’de Trevoux sözlüğünde rastlanmaktadır. 1740 baskısında sözcüğe yer veren Academia Française ise kavramı “mutlak yetki, mutlak iktidar” olarak tanımlayıp şu cümleyi eklemiştir: “Despotizm çok eskiden beri var olan devletlerde mevcuttur”. 1771’de, Trevoux sözlüğü daha tam ve daha kesin olan aşağıdaki tanımı vermiştir: “(Despotizm) hükümdarın sınırsız yetki ve keyfi iktidarı ile birlikte, mutlak hâkim olduğu, kendi iradesi dışında hiçbir hukuk tanımadığı bir yönetim biçimidir. Türkiye, Hint-Moğol, Japonya, İran ve hemen hemen tüm Asya’nın yönetimi böyledir”. Bu şekilde Türkiye’nin bir Doğu Despotluğu olduğu yönündeki algının en azından 1771 gibi bir tarihte var olduğu görülmektedir.

Sözlüklerin, mevcut bir kavramsallaştırmayı okuyucularına aktardıkları muhakkaktır. Peki, sözlüklere girebilecek düzeye gelen bu kavramın ilk çıkış noktası nerededir? Bu kavramsallaştırmayı ilk kez Montesqueiu’nun yaptığına dair yaygın bir kanı vardır. Nitekim Grosrichard, Asya’daki yönetim biçiminin adı olarak kavrama teorik bir yön kazandıran eserin 1748’de yayınlanan Yasaların Ruhu kitabı olduğuna işaret etmektedir (Grosrichard, 2004: 26). Örneğin Montequieu, ‘İslamın yükselen dalgası despotizmi de beraberinde getirdi’ şeklinde yazmıştır. Ona göre despotik yönetim ‘en rahat’ İslam dini tarafından kabul edilmektedir çünkü despotizm doğal olarak bu dine yerleşmiştir, ondan kaynaklanmıştır ve onun hem dışavurumu hem de güvencesidir (Grosrichard: 2004: 108). Montesquieu’nun Prens’inden konuyla ilgili şöyle başka bir alıntı şöyledir: “Müslüman her gün gözleri önünde yaşanan hiç beklenmedik olaylara, olağanüstü gösterilere, keyfi iktidarın sonuçlarına tanık olur. Böylece doğal olan her şeyi kontrol eden katı bir kader öğretisine inanma eğilimi taşımaları gerekir”. Kadere inanmak despota körü körüne itaati beraberinde getirmektedir (Grosrichard, 2004: 116).

Grosrichard’ın tespitine göre despotizm kavramına Montesqueiu tarafından katılan Asyalı özellikler, on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında “siyaset felsefesinin bütünü için tartışmalı da olsa zorunlu bir referans noktası” haline gelir (Grosrichard, 2004: 51). Bir müddet sonra, iç unsurları birbirine uyan ve böylece kurumsal olarak Batı’dan ayrı kalan, “bilimsel” bir kavram ortaya çıkar (Grosrichard, 2004: 43).

Aslında Montesqueiu’dan da önce yani 1669’da yazılan ve Montesquieu’nun başlıca kaynakları arasına girecek olan Ricaut’un Historid de l’etat present de l’Empire Ottoman adlı kitabının beşinci sayfasında şöyle yazmaktadır: “Türklerin kölelik içinde mutlu olmalarına ve tiranlık altında hoşnut bir yaşam sürmelerine şaşırmamalı, onlar için bu çocukluktan beri alıştıkları bir yiyecekle beslenmek kadar doğal” (Grosrichard, 2004: 43). Bir bakıma Türklerin tiranlıkla damgalanmaları için Montesqueiu’yu beklemeye gerek yoktur. Türkler zaten çok önceden barbar ve vahşi olarak damgalanmışlardır. Tiran olarak damgalanmaları zaten olağanken, bu durumun biraz daha geliştirilip Doğu Despotu kavramının oluşturulması sadece tarihsel süreç içerisinde küçük bir aşama olarak değerlendirilebilir. Doğu despotluğu, Batılıların yüzyıllardır Türkler hakkında düşündüklerinin sadece bir kavram etrafında toplanarak daha derli toplu bir söyleme dönüşmüş hali olarak da kabul edilebilir. 

Peki, Doğu Despotizmi denince kast edilen anlam nedir?

-Tüm politik iktidara tek başına sahip olma.

-Despotun önünde kendilerini küçük düşüren uyruklar,

-Despota sunulan tam itaat.

-Despotun sınırlanmayan kaprislerle yüklü keyfiliği.

– Kurbanların apaçık bir sükunetle ya da daha doğrusu hoşnutluk ve tevekkülle karşıladığı idamlar, işkenceler, sakatlamalar, müsacereler vb.

-Despotun sonsuz bir zevk-ü sefa cenneti olduğu düşünülen ve bir kara deliği andıran sarayı,

-Despotun sürekli akan mallara sahip olmak için inanılmaz hırsı (Grosrichard, 2004: 8-9).

17. yüzyıldan itibaren Batı’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nu tanımlayan bir kavram olarak “Doğu Despotizmi” savını bolca kullandığı görülmektedir. Bu değerlendirmenin Batı’da son derece yaygın hale gelmesiyle, on yedinci yüzyılın ikinci yarısında Avrupalı bir gözlemcinin, Osmanlı rejimini “dikkati çekecek ölçüde bir politik ucube gibi” görmesi olağanlaşmıştır (Grosrichard, 2004: 43). Bu görüşün yaygınlaşmasında Montesqueiu’dan başka Voltaire’in de katkısını unutmamak gerekir. Voltaire, Commentaire sur l’Esprit des lois, Euvres completes adlı eserinin 30.cildinin 409.sayfasında şöyle yazmaktadır:

“Şimdi Türkiye, Fas, Hindistan ve Çin imparatorlarını; biz despot diye adlandırıyoruz. Ve bu unvanı, sadece kendi kaprislerine esir olan zalim bir çılgına; kulamparalarını kendi gözleri önünde hadım ettirmek için sıraya dizdiren ve isyan eden uyruklarını boğdurmak ve kazığa oturtmak için eğlence olsun diye emirler veren bir barbara veriyoruz” (Grosrichard, 2004: 52).

Voltaire’in Candide adlı kitabındaki anlatımına göre de Osmanlı yönetimi “beyleri, paşaları, kadıları, imparatorluğun her yanına sürgün etmiş”, sürgünü sürekli yinelenen bir uygulama durumuna getirmiştir. Sürgünün yanısıra, “kellesini kesme”de ülkede sıradanlaşmıştır. Örneğin, “Babıâli’ye sunulmak üzere götürülen samanla doldurulmuş kelleler”, adı geçen kitapta dikkati çeken bir görüntü olarak sunulmaktadır (Kula, 2010: 31). Benzer şekilde Chateaubriand da Travels to Jeruselam and the Holy And adlı kitabında şöyle demektedir:

Mahpushane ve hamamlar arasında bir saray, köleliğin Kapitol’ü yükselir: İşte burada kutsal bir muhafız, tiranlığın hastalık mikroplarını ve ilkel yasalarını özenle saklar. Beti benzi atmış müminler bu tapınağın etrafında durmadan dolaşır ve kellelerini ilaha sunmak için akın eder. Ölümcül bir gücün sıkış tepiş ittiği hiçbir şey bu kurbanlık sürüden kopamaz. Nasıl bir yılanın gözlerinin avlamak istediği kuşları büyülediği söylenirse; despotun gözleri de köleleri büyüler” (Grosrichard, 2004: 89).

Doğu Despotizmi inanışına göre “sırf kaprisleri yüzünden despot, daha bir saniye önce bir hiç olan herhangi bir uyruğunu” en yüksek bir makama getirebilmektedir.  Veziriazam bile Sultanı “kızdırabilecek hiçbir öneride bulunmamaya” özen göstermelidir. Zira bu inanışa göre Osmanlı Saray yasalarında, hükümdara öfkelendirebilecek bir şey önerilirse ya da tek kelime bile cevap verilirse, “Büyük Efendi onu oracıkta boğdurabilecek güce sahiptir” (Grosrichard, 2004: 92).

Görüldüğü gibi, Doğu Despotu kavramını yaygınlaştırarak Batı, kendi üstünlüğünü anlatacak bir araç daha bulmuştur. Mladen Dolar’ın ilginç bir tespitine yer vererek konuyu bağlayalım. Ona göre bu kavram, “yüzyıllar boyu sanki görünmez el tarafından kaleme alınmış gibi” durur. “Eleştiriye, tarihsel olasılık ve değişime garip bir biçimde bağışıklık kazanmış gibi”dir. Bu kavramın hep “aynı klişeler ve olaylarla dolu” olması, “öykülerin kendine özgü tek düzeliği ve tek tipliliği”, Dolar’a göre kavramın güvenilirliğine dönük kuşkuların oluşması için yeterli görünmektedir (Grosrichard, 2004: 9).

Anlaşılan o ki, Batı tıpkı harem fantezileri gibi bir de Doğu Despotluğu hayali geliştirmiştir. İlginç olan bu kavramın eleştirilmeden ya da irdelenmeden tüm dünya tarafından kabul edilmesidir. Bugün sorgulanamaz bir tabuya dönüşen Doğu Despotluğu anlayışı, mutlak bir doğru olarak kabul edilmiş gözükmektedir.

Peki, Doğu Despotu kavramını özellikle Türkler için kullanan Avrupalılar, kendi tarihlerinde yer alan İngiliz Kralı 8.Henry, Kraliçe Mary (Bloody Mary), Fransız Kralı 14.Loui, Belçika Kralı 2.Leopold ve daha nice zalim hükümdarlar için nasıl bir tanımlamada bulunurlar? Kendilerinin eseri olan “Doğu Despotu” kavramının tanımına uyan bu kral ve kraliçeler, neden “despot” değil de “mutlak monarşi” örneği olurlar? Bu bilgiler ışığında, Doğu’dan bir kişi de çıkıp “Batı Despotluğu” kavramını icat etmeyecek midir?

Son olarak şunu da belirtelim ki, Doğu Despotu kavramının yaygınlaşması neticesinde, Türk imgesinin despotlukla eş değer hale getirilmesi bazı siyasal sonuçlar da doğurmuştur. Türklerle yapılan savaşlar, Batılı toplumun gözünde meşrulaştırılmıştır. Despot bir ülkenin halkına özgürlük götürüldüğü gerekçesi ile savaş propagandaları yürütülmüştür. Nitekim İstiklal Mücadelesi sırasında Yunanlılarla yapılan savaşlar, Yunanlıların Anadolu’ya medeniyet ve özgürlük götürdüğü gerekçesiyle Batılı basında meşrulaştırılmıştır (Akyüz, 1988; Ulagay: 1974). Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerle yapılan mücadele de aynı minvalde lanse edilmiştir. Dolayısıyla başlangıçta önemsiz gibi görülen kavramların, zaman içerisinde gerçekmiş gibi algılanarak, tahmin dahi edilemeyen olumsuz siyasal sonuçlar doğurabileceği görülmektedir.

Kısacası, Batı Türkleri ve tüm Doğuluları tahkir etmek için Doğu Despotu kavramını icat etmiştir. Kavramın tanımına uygun ülkelerin sadece Doğu’da bulunduğu izlenimi verilir. Tanıma en uygun devlet ise tabi ki Türklerin devletidir. Kendi devletlerinin nasıl yönetildiğini görmezden gelen Batılılar, Doğu’ya ait tüm hayal ve fantezilerini bu kavrama yüklerler. Bugün de Doğu’ya “demokrasi götürme” sevdasının ardına saklanan Batılı devletler, kendi icat ettikleri kavramın peşinden giderler. Bu kavramı ve içine doldurdukları tanımları, Doğu’ya tahakküm etme aracı olarak kullanırlar. Batılıların, kendi emperyalist anlayışlarına uygun olarak her türlü aracı Doğu’yu sömürmek için kullanmalarını yadırgamak yersiz. Asıl yadırganacak olan, tüm bu Batılı masallara inanan Doğuluların varlığı olmalıdır.

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

AKYÜZ, Yahya (1988), Türk Kurtuluş Savaşı ve Fransız Kamuoyu:1919-1922, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara. 

GROSRICHARD, Alain (2004), Sultanın Sarayı: Avrupalıların Doğu Fantezileri, ilk basım 1979, çev. Ali Çakıroğlu, Aykırı Yayıncılık, İstanbul.

ULAGAY, Osman (1974), Amerikan Basınında Türk Kurtuluş Savaşı, Yelken Matbaası, İstanbul.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir