Kategoriler
Siyaset

İkbal: Şikayet ve Cevap

Muhammed İkbal, İslam dünyasında yetişen önemli düşünürlerdendir. 1877’de doğmuş ve 1938’de vefat etmiştir. Felsefe alanında doktorasını Münih Üniversitesi’nden almış, Cambridge Üniversitesi’nde aynı alanda profesör olarak görev yapmıştır.

Muhammed İkbal, İslam dünyasında yetişen önemli düşünürlerdendir. 1877’de doğmuş ve 1938’de vefat etmiştir. Felsefe alanında doktorasını Münih Üniversitesi’nden almış, Cambridge Üniversitesi’nde aynı alanda profesör olarak görev yapmıştır.


1908’de ülkesine döndüğünde, kendisini halkını bilinçlendirmeye adar. İngiltere’nin sömürgeciliğine karşı çıkar. Hindistan’daki Müslümanların bağımsız olması fikrini ilk defa dile getiren ve bu uğurda çalışan bir şahsiyettir. İslam dünyasının Batı karşısındaki durumu onu derinden üzer. Bu üzüntüsünü yazılarına yansıtmış, çözüm yolları aramıştır. Hindistan’daki Müslümanların bilinçlenmesi için büyük çaba sarf etmiştir. İstiklal Savaşı sırasında Türk halkının yanında olmuş, ülkesindeki meydanlarda şiirler okumuş ve konuşmalar yapmıştır. Hatta, Müslümanlar arasında para toplanıp, Türkiye’ye gönderilmesine ön ayak dahi olmuştur.

İkbal, aşağıdaki şiirlerinin ilkinde ümmetin durumu nedeniyle Allah-u Teala’ya serzenişte bulunmakta, ümmeti bu durumdan kurtarmasını istemektedir. “Şikayete cevap” adlı ikinci şiirinde ise Allah’tan gelen cevabı yazmaya çalışır. Şiirde, ümmetin içine düştüğü yanlışları vurgular.

Aşağıdaki tercüme, Muhammed Han Kayani’den alınmıştır. Tabi ki tercümelerin, asıl dilin şiirselliğini tam olarak yansıtması mümkün değildir. Ancak yine de aşağıdaki tercümede, Müslümanların yaşadığı duyguları ve yaptıkları hataları İkbal’in gözünden anlatabildiğini söylemeliyim.

Şikayet

Niye ziyanda kalayım, faydamı düşünmeyeyim;

İstikbali düşünmeden geçmişe ağlayayım;

Bülbülün ağlamasını dinleyerek medhoş olayım?

Ey dost! Ben gül müyüm ki daima sessiz kalayım?

Kuvve-i natıka beni şikayete itti,

Ağzım kurusun, o bana, Allah’a şikayeti öğretti.

Doğrudur; teslim-i rızada meşhuruz biz,

Şimdi dert dile getiriyoruz, ki mecburuz biz.

Nağmeler kesildi, dertle doluyuz biz,

Ağzımızdan feryat çıkıyorsa, mecburuz biz,

Allah’ım! Sana bağlı olanlardan şikayet dinle,

Sana hamd-u sena edenlerden, biraz da sitem dinle.

Sen ezelde vardın, başlangıcın yoktur,

Gül bahçede iken etrafa yayılmış koku yoktu.

Ey Kerim olan Allah! Lütuf et ki insaf olsun,

Nesim perişan olmasa idi, gülün kokusu nasıl yayılsın? 

Bizi ümmetin dağılması endişesi bir yerde tuttu,

Yoksa Habibin ümmetini durduran yoktu.

Bizden önce bu dünyanın manzarası acayip idi,

Bazen ağaçlara tapılır bazen taşlara secde edilirdi.

İnsan maddeden başka bir şey tanımazdı,

Bu şartlarda görünmeyen Allah’a kim inanırdı?

Allah’ım! Sen bilirsin ismini kim tanıttı;

Müslümanlar sıfatlarını dünyaya anlattı.

Bizden önce bu dünyada Selçuklular, Turanlılar,

Çin’de Çinliler, İran’da Sasaniler yaşıyordu.

Aynı dünyada Yunanlılar da,

Yahudiler ve Nasraniler de yaşıyordu.

Ama Senin ismini yüceltmek için kılıca sarılan kim?

Bozuk dünya görüşünü düzelten kim?

Senin için savaşan bizdik ancak,

Bazen denizlerde, bazen karalarda koşarak,

Bazen Avrupa kiliselerinde ezanlar okuyarak,

Bazen ateş gibi Afrika çöllerinde yanarak,

Kralları bile saymazdık biz,

Kılıçlar altında bile tevhid ilan ederdik biz.

Yaşarsak, tevhid için yaşardık,

Ölürsek, ismini yüceltmek için ölürdük.

Devlet ve iktidar için savaşmazdık biz,

Kelle koltuk altında mal için dolaşmazdık biz.

Eğer altın ve mal için savaşmış olsaydık,

Altınları elimizin tersiyle itip putları kırmazdık.

Arslanların ayaklarının tutunamadığı şartlarda bile,

Asla harp meydanlarından kaçmazdık biz.

Sana isyan edenlere karşı dikleşip,

Kılıç ne demek, top tüfek üstüne yürüdük biz.

Herkesin kalbine tevhid mührünü sebt ettik,

Kılıçlar altında bile İslam’ı tebliğ ettik.

Sen söyle! Hayber kalesinin kapılarını söküp atan kim?

Kayser’in şehr-i Istanbul’unu fetheden kim?

Tanrılaşmış putlarını kırıp atan,

Kafirlerin saflarını alt üst eden kim?

İran’ın ateşgedesini söndürüp yok eden,

Yezdan ismini yücelten kim?

Sana aşık olan millet kim?

Senin için seferber olan,

Senin için dünyayı kılıç ile alt eden kim?

Nara-ı tekbir ile dünyayı bidar eden kim?

Kimin heybetinden putlar korku içinde idi?

Yüzüstüne düşerek Allah-u Ehad derlerdi.

Savaşta eğer gelmişse vakt-i namaz,

Kıbleye döner secdeye kapanırdı cemaat.

Aynı safta dururdu Mahmut ve Ayaz,

Kulların arasında kalmazdı hiçbir fark.

Köle, efendi, fakir ve zengin aynı saflarda,

Hepsi eşittiler Senin huzurunda.

Kainatta güneş gibi, sabah akşam döndük dolaştık,

Dünya mahfilinde Tevhid şarabı ile kadeh gibi dolaştık.

Dağlarda, çöllerde Senin peyamınla dolaştık,

Sen bilirsin, biz hiç başarısız mı kaldık?

Çölleri ve dağları birbirine kattık,

Denizlere atalarımızla daldık.

Dünyadan batılı kim yok etti?

İnsaniyeti kölelikten kim azat etti?

Senin Kabe’ni kim baş tacı etti?

Senin Kur’an’ını kim kalplere yar etti?

Yine de bizi vefasızlıkla itham ettin,

Biz eğer vefasız isek. Sen de dildar değilsin Rabbim.

Diğer milletlerde günahkar olanlar,

Sayısız Senin isminden bile bihaber olanlar var.

Tembel, gafil ve uyanıklar,

Sayısız Senin isminden bile bizar olanlar var.

Senin nimetlerin yağmur gibi onların üzerine yağar,

Şimşeklerin, biçare Müslümanların üzerinde çakar.

Puthanedekiler diyor ki, Müslümanlar göçüp gitti.

Şenlik yapıyorlar ki, Kabe’nin bekçileri gitti.

Dünyayı idare eden deve kervanlarının sahipleri gitti,

Hem de koltuklarının altında Kur’an’larıyla gitti.

Küfür handezendir, Sende ehsas var mı acaba?

Tevhidi korumak gibi bir düşüncen var mı acaba?

Cahil zenginlerin dolu hazineleri var,

Ona hiç bizim itirazımız mı var?

Ama kahrola kafirler için bu dünyada huri ve saraylar var,

Fakat zavallı Müslümanlar için Cennet’te huri vaatleri var.

Şimdi bize iltifat yok ve Senin inayetin yok,

Eskiden olduğu gibi bizim hatırımız yok.

Müslümanlar dünyada yoksullar; niye?

Senin kudretin hudutsuz olduğu halde.

Sen istediğinde çöller deniz olur,

Ormanlardaki yolcu seraplarda kaybolur.

Bizim için ta’ne ağyar, rezillik ve yoksulluktur,

Senin için can feda edenlere mükafat bu mudur?

Bize değil, başkalarına yar oldu dünya,

Bizim için hayalden ibaret kaldı dünya.

Bıraktı bizi, başkalarının emrine girdi dünya,

Şimdi deme Rabbim Tevhid’den oldu hali dünya.

Senin ismini yüceltmek için yaşardık biz,

Saki yok olsa kadeh ortada kalır mı hiç?

Seni zikreden meclisler, Sana aşık olanlar,

Geceleri yalvaranlar, seherleri ağlayanlar,

Sana gönül bağlayanlar mükafat aldılar

Ama oturmadan kalkıp çekip gittiler.

Hak yolunun aşıkları Cennet’le müjdelendi,

Elimizde lamba, o yüzleri arama zamanı geldi.

Derd-i firak-ı Leyla aynı, aşk-ı Mecnun aynı.

Necd çöl, dağlar ve tatbikat-ı aşk aynı.

Aşkın ateşi, hüsnün cezbi aynı.

Ümmet-i Muhammed aynı, Sen de aynı.

Böyle iken, bize kırgınlık niye?

Sana inananlar üzerine gazap niye?

Rabbim! Seni mi, Resul-u Arabi’yi mi terk ettik?

Put kırmayı terk edip putluğu meslek mi edindik?

Kalbimizde aşk-ı İlahi mi söndü?

Selman ve Veysel Karani’nin yolunu mu terk ettik?

Biz tevhid aşkıyla yaşıyoruz,

Hayatımızı Bilal-i Habeşi misali yaşıyoruz.

İlk Müslümanlar gibi aşk ateşinin yüksek olmadığı doğru.

Senin emirlerine tam teslim olmadığımız da doğru.

Kalbimiz sevginle eskisi gibi her an çarpmıyor, doğru.

Şeriate sadakatle uymadığımız da doğru.

Ama Sen de bazen bizimle, bazen ağyarla oluyorsun,

Demek yakışmaz ama, Sen de her yerde bulunuyorsun.

Faran tepesinde dini tamamladın,

Bir işaretle binlerce kalp kazandın.

Aşk ateşini körükledin,

Aşıkların meclisini heyecanlandırdın.

Şimdi kalplerdeki ateşler söndü, hatırlanmıyoruz biz,

Ateşin ardından kalan kül gibiyiz biz.

Necd vadisinde kervan yok artık.

Mehmelleri arayan Mecnun yok artık.

Cesaretimiz yok, ehl-i gönül yok artık,

Sen bizi terk ettiğin için, hanemiz viran artık.

Ey eski günler! Naz-u niyaz ile bize gel artık,

Tekrar meclisimizi şenlendir artık.

Şimdi başkaları nehir kenarında şarap mahfili kurdular,

Ellerinde kadeh, kumru nağmeleri dinlemekteler.

Müslümanlar meclisten uzak bir kenara çekilmişler,

Senin divaneler, Senden yardım beklemekteler.

Kendi pervanelerine tekrar yanma şevki ver,

Eskisi gibi gönüllerinde aşk ateşi yakıver.

Dağınık ümmet yeniden Hicaz’a yönelmek ister.

Kanatsız bülbül kanatlanıp uçmak ister.

Bahçedeki her gonca açılmak ister.

Dokunsalar mızrabımız çalınmak ister.

Telleri nağme yükseltmek ister.

Tur dağı aynı ateş içinde yanmak ister.

Allah’ım! Bu ümmetin işini kolaylaştır,

Güçsüz karıncayı Süleyman’a yaklaştır.

Kalplerimizdeki aşk ateşini yak,

Hindileri yeniden Müslümanlaştır.

Geçmişe hasretiz, içimiz kan ağlıyor.

Sineler yaralı, nalelerimiz yükseliyor.

Gül kokusu gülistanın sırrını ifşa etti,

Ne kıyamettir ki, kendi gülistanı ihbar etti.

Bahar mevsimi bitti, gülistanın nağmeleri bitti,

Dallardan nağme-han kuşları uçup gitti,

Yalnız bir bülbül hâlâ mahv-ı terennümdür,

Çırpınır durur onun kalbi, nağmelerle doludur.

Kumrular sanavber dallarından uçup gitti,

Gül yaprakları soldu bitti.

Bahçenin eski nizamı altüst oldu yitti,

Dallar yapraklarından sıyrıldı gitti.

Yalnız o bu değişimden etkilenmedi.

Keşke onun feryadını bir insan anlamış olsa idi.

Ne ölmekte, ne yaşamakta tat kaldı,

Bana sadece geçmişe kan ağlamalı zevki kaldı.

Kafamdadüşünceler tıkanıp kaldı,

Kalbimde nice ilhamlar vardır

Gülistanda bunu anlayan yok artık,

Hissetmek için aşk ile yanan kalp yok artık.

Bu bülbülün ağlaması gönülleri uyarsın,

Bang-ı dere ile kervan uyansın.

Ahd-i vefa yeniden tazelensin,

Tekrar aynı şaraptan aşıklar neşelensin.

Sürahim Acem’den ise ne çıkar; şarap Hicaz’dandır.

Sazım Hind’den ise ne çıkar, nağme Hicaz’dandır.

Şikayete Cevap

Şikayetim kalbimin derinliğinden çıktığı için müessir oldu,

Kanatları yoktu ama, uçmaya muktedir oldu.

Kuds-i asil olduğu için gözünü yükseğe dikti,

Yerden kalktı, arşa varmış oldu.

Aşkım fittin, dikbaşlı ve çalak idi,

Gökyüzünü yaran, benim feryadım idi.

Yaşlı gök duyunca dedi: “Burada bir kimse var”.

Yıldızlar dedi: “Arşın kenarında birisi var”

Ay dedi: “Hayır, dünyalı birisi var”

Fakat feryadımı ancak Rıdvan anladı.

Cennetten çıkarılmış insan olduğumu anladı.

Melekler hayret içinde, “bu ses nedir?”

Ehl-i arş anlamıyordu, “bu sır nedir?”

İnsanoğlu arşa mı yaklaşmış nedir?

Bir avuç toprak, kanatlanmış mıdır nedir?

Ehl-i zemin ne kadar adabdan yoksunlar,

Aşağıdakiler ne kadar da küstahlaştılar!

O kadar küstah ki, “Allah’tan bile şikâyetçiler,

Bu aynı insandır ki, meleklerin mescudu idiler.

Alem-i keyf içinde, İlahi Hikmet bilmezler,

Elbette anlayış ve tevazudan uzaktırlar.

Kendi kuvvet-i natıkalarına güvenirler,

Ama konuşma adabından mahrumdurlar.

Nida geldi, destanın elem vericidir senin,

Kalbin dertli, gözlerin yaş doludur senin,

Arşa ulaştı nara-i mestanın senin,

Ne kadar dilin keskin, kalbin divane senin.

Ne güzel, şikâyeti şükür gibi ifade ettin,

İnsanları Allah’a muhatap ettin.

Bizim rahmet kapımız açıktır, isteyen yok,

Menzil gösteren var, ama yolcu yok.

Terbiye umumidir yetiştirebilecek adem yok,

Adem yaratmaya lâyık toprak yok.

İsteyen olursa onlara Kisralar gibi şan veririz

Arayanlara, yeni dünya bile veririz.

Kuvvetin yok, kalbin ilhad ile kaplıdır,

Ümmet, peygamber için hayal kırıklığıdır.

Put kıranlar gitti, geri kalanlar putperestlerdir.

Baba İbrahim ise oğlu misal-i Azer’dir.

Şarap içenler yeni, şarabın da yenidir,

Senin Kâben de yeni, putlar da yenidir.

Mevsim-i baharda lale, sahib-i imtiyaz idi,

Gülistanda, güller arasında kral idi.

Her Müslüman Allah’a aşık idi,

Allah onlar için her yerde var idi.

Şimdi kendini bir yere bağla ve teslim ol,

Ümmet-i Muhammed’e bağlılığından emin ol.

Senin için sabah kalkmak ne kadar zordur,

Benim zikrim değil, uyku sana daha hoştur,

Ramazan ayı sizin için nahoştur,

Sen kendin söyle; Müslümanlık bu mudur?

Millet dinle kaimdir, din olmadan millet de yoktur,

Arasında muhabbet yoksa, ümmet de yoktur.

Hiçbir marifeti olmayan millet sizsiniz.

Kendi ümmetini düşünmeyen de sizsiniz.

Üzerinize şimşekleri çeken de sizsiniz.

Ecdadın mezarlarını satan da sizsiniz.

Kabir ticaretinde meşhur olan da sizsiniz,

Eğer taştan tanrı bulursanız satmayacak mısınız?

Dünyadan batılı kim söküp attı?

İnsanoğlunu kölelikten kim azat etti?

Kabe’mizi kendine kim baş tacı etti?

Kuran’ımızı kim kalplere yar etti? 

Onlar ecdadınız idiler, ama siz nesiniz?

Elleri bağlı yarını beklemektesiniz?

Ne dedin? Müslümanlara sadece vad-i huridir.

Haksız şikâyet bile olsa, mantıklı olmalıdır.

Fıtratın temeli adalettir.

Kafirler İslâm’ı yaşasa, dünya onlarındır.

Sizden hurilere talip olan yoktur,

Tur dağı var, Musa yoktur.

Ümmetin menfaati de, zararı da birdir,

Nebi, din bir, iman birdir.

Harem-i Pak, Allah ve Kurân birdir,

Ne olurdu eğer Müslümanlar da olsaydı bir?

Aralarında fırkacılık ve ırkçılık durur,

Dünyada ilerlemenin yolu bu mudur?

Resul-u Muhtar’ın şeriatine sırt çeviren kim?

Dine rağmen menfaatlerine göre hareket eden kim?

Ağyarların tarz-ı hayatını şiar eden kim?

Ecdadın mirasından nefret ve inkar eden kim?

Kalpleriniz ölü, ruhlarınızda his yok.

Muhammed’in şeriatiyle hiç ilginiz yok.

Camilerde saf tutan fakirler,

Ramazanda açlığın zahmetini çeken fakirler.

Beni zikreden fakirler,

Sizin ayıplarınızı örten de fakirler.

Zenginler mest ve gaflet içindedirler,

Ümmetin bayrağını ayakta tutan fakirlerdir.

Vaizlerin eski ilmi derinliği kalmadı,

Şimşek çakan tabiat ve coşturan beyan kalmadı.

Ezan okunuyor ama, ruh-i Bilalî kalmadı,

Felsefe bakidir, telkin-i Gazalî kalmadı.

Camiler hüzünlü, namaz kılan kalmadı,

Sahib-i evsaf Hicazlı kalmadı.

Gürültü koparılıyor ki, Müslümanlar yok oluyor,

Biz diyoruz ki, Müslüman var mı ki yok oluyor.

Suret ve libas ile Hristiyan, kültür ile Hindusunuz,

Bu vaziyette Yahudilerden bile kötü oluyorsunuz.

Sız Seyyid, Türk ve Afgan olabilirsiniz,

Hal böyleyken söyleyin, siz Müslüman mısınız?

Müslüman, gerçeği söylemekten çekinmezdi,

Onun adaleti her baskının üstündeydi.

Hâyâ, Müslümanların fıtratında idi,

Onun şecaat ve cesareti fevkin üstündeydi.

O, şarap kadehi gibi keyiflendirmekten yerinmezdi,

Hayatını bile Hak için fedadan çekinmezdi.

Her Müslüman, küfr için keskin kılıç gibi idi,

Onun hayatı başlıbaşına bir hareket idi.

O, kendi bilek kuvvetine güvenirdi,

Sen ölümden, O, Allah’tan korkardı.

Oğul babasını terk ederse eğer,

Babasının mirasında nasıl hak iddia eder?

Rahat ve kolaylık peşindesinizdir,

Müslümanların bu tavrı İslami midir?

Siz de ne fakr-i Ali, ne servet-i Osmani ganidir,

Ecdadla sizin ne nisbet-i Ruhanidir?

Onlar Müslüman olarak sahib-i izzet idiler,

Siz, Kur’ân’ı terk ederek zillet içindekiler.

Sizin aranızda kızgınlık var onlar, rahim,

Siz hatakar ve hatabin, onlar hataları örten ve kerim.

Herkes ister olsun Süreyya’ya mukim,

Fakat önce onlar gibi peyda edin kalb-i selim.

Taht-ı Fağfur ve Kisra, onların ayakları altında zelil,

Sizlerde onlar gibi hamiyet ve gayret mevcut değil.

Siz zavallı, onlar gayur idiler,

Sizin aranızda nifak, onlar uhuvvete feda idiler.

Siz laftan ibaret, onlar ahlakın canlı misali idiler,

Siz goncaya muhtaç, onlar sahib-i gülistan idiler.

Milletler hâlâ onları hatırlar,

Dünya üzerinde sadakatlerinin mührü var.

Bazılarının ufukta parlayan yıldız gibi olmuştur,

Bazılarınız Hind putunu benimser olmuştur.

Uçma şevki ile yuvalarını terk edenler olmuştur,

Gençler zaten emelsizdirler, şimdi dinden şüpheye düşmüşler.

Muasır medeniyet, onları her kaideden vaat etti,

Kabe’den çıkararak onları puthaneye sevk etti.

Mecnun, çölün yalnızlığını terk etti,

Şehre indi, içki ile kendini mest etti.

O divanedir, aşkı azad etti,

Ama Leyla da kendini üryan etti.

Zulüm ve haksızlığa şikâyet olmasın,

Aşk azat ise, hüsn niye azat olmasın?

Şimşek çakan bu devir her şeyi yakmaktadır,

Bunun içinde çöl ve gülistan yanmaktadır.

Bu ateşin yakıtı her millet-i köhnedir,

İslam ümmetinin eteğini de bu ateş sarmıştır.

Ama İbrahim’in imanı bugün bile peyda olur,

bu ateşi söndürür, yerine gülistan olur.

Gülistanın bu halini görerek ye’se kapılma ey bahçıvan!

Köklerden yeni filizler çıkmak üzeredir.

Çer-çöpten gülistan temizlenmek üzeredir,

Güllerin kökündeki şehit kanı gözükmek üzeredir.

Bak, ufkunda şafak görünüyor,

Yine güneş doğmak üzeredir.

Dünyada milletler var ki, baraver oldular,

Bazıları mahrum ve hazan dida oldular.

Yüzlerce ağaç bahçede çürüdü, bazıları meyva verdiler,

Yüzlercesi gülistanda saklı kaldılar.

İslam fidanı gelişmek ve ortaya çıkmak üzeredir,

Bunun köklerinde asırların emeği yatmaktadır.

Dininiz ırk, vataniyet ve milliyetçilikten paktır,

Sen o Yusuf’sun ki, her Mısır senin için Kenan’dır.

Senin kervanın hiç yok olmayacaktır,

Çünkü, asıl sermayeniz “Hak” sesi yok olmayacaktır.

Nur saçan kandilin fitilisin sen,

Aydınlatmaktan başka kaygı gütmezsin.

İran’ın yok olması ile sen yok olmayacaksın,

Şarap kadehi kırılsa da neşe yok olmayacak.

Belli değil mi Moğollar’ın istilasından?

Kabe, kendisi için bekçiler buldu puthaneden.

Bu devirde Hak gemisinin tayfaları sizsiniz,

Bu kapkaranlık gecenin göz kırpan yıldızları sizsiniz.

Bulgarların hücumu gerçi ağırdır,

Gafiller için bu bir ihtardır.

Zannediyorsun ki, bu bir azardır,

Aslında sizin için bu, imtihandır.

Niye korkuyorsun ses-i edadan?

Hak nuru sönmeyecek nefes-i küffar’dan.

Kıymetin hâlâ milletlerin gözünden gizlidir,

Varlığınız dünya için önemlidir.

Kainat senin hararetinle canlıdır,

İslam Hilafeti, nizam-ı alemin kalbidir.

Zaman yok, kalk vazifeni yap,

Tevhid nurunu tamamlamaya bak.

Sen gonca içinde mahsur koku gibisi , açıl ve yayıl,

Rüzgarların omuzuna bin, gülistanda dağıl.

Tembelliği bırak, bir kum zerresi iken çöl ol,

Dalgaların musikisinden vazgeç, tufan gibi ol.

Kuvvet-i iman ile mustaz’afları yükselt,

Muhammed ismiyle dünyayı aydınlat.

Bu gül olmasaydı, bülbül terennüm etmezdi,

Gülistanda goncalar tebessüm etmezdi,

Ne saki, ne şarap, ne kadeh olmazdı,

Siz ve nağme-i tevhid dünyada olmazdı

Bu dünya Muhammed’in ismi ile kaimdir,

Kainatın nabzı, onun ismi ile daimdir.

Dağlarda yaylalarda, ovalarda O’nun ismi var,

Denizlerin dalgalarında O’nun ismi var.

Çin’in şehirlerinde, Fas’ın çöllerinde o’nun ismi var,

Ve her Müslümanın kalbinde O’nun ismi var.

Milletler, ebede kadar bu manzarayı görecekler,

“Refa’ naleke zikrek” mucizesine şahit olacaklar.

Dünyanın gözbebeği gibi siyah kıta Afrika,

Senin şehidlerini yetiştiren kıta,

Güneşin beşiği olan Hilalî kıta,

Ehl-i aşklarına göre Bilalî kıta.

Muhammed aşkı ile yanmaktadır,

Nur gölünde yıldızın gözü gibi aksetmektedir.

Akıl senin kalkanın, iman senin kılıcındır.

Dervişim! Yeryüzünde Hilafet senin mirasındır.

Senin nara-i tekbirin her silahtan güçlüdür,

Müslüman olduğun takdirde, tedbirin takdirindir.

Eğer Muhammed (s.a.v)’e vefâ gösterirseniz, sizinleyiz

Bu cihan nedir ki? Levh ve Kalem sizindir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir