Kategoriler
Siyaset

Bir Meşruiyet Aracı: Törenler

Törenler, günlük hayatımızda sıklıkla yer alırlar. Ancak toplumdaki bireyler, törenlerin asıl hedefleri konusunda pek düşünmezler. Halbuki törenler, toplumun bir olaya verdiği önemi devamlı kılmak ve toplumu etkilemek için kullanılırlar. Sayelerinde periyodik olarak ortak duygular yinelenir ve pekiştirilir. Yani, törenler masum değil, belli bir ideal uğruna kullanılan aktif olaylardır. Bu aktiflik, törenlerin her öğesinde görülür. Yürüyüşler, görünüşler, davranışlar, deyişler, müzik, zamanlama ve prosedürler; toplumu etkilemek için kullanılan araçlar haline gelir.

Törenler, günlük hayatımızda sıklıkla yer alırlar. Ancak toplumdaki bireyler, törenlerin asıl hedefleri konusunda pek düşünmezler. Halbuki törenler, toplumun bir olaya verdiği önemi devamlı kılmak ve toplumu etkilemek için kullanılırlar. Sayelerinde periyodik olarak ortak duygular yinelenir ve pekiştirilir. Yani, törenler masum değil, belli bir ideal uğruna kullanılan aktif olaylardır. Bu aktiflik, törenlerin her öğesinde görülür. Yürüyüşler, görünüşler, davranışlar, deyişler, müzik, zamanlama ve prosedürler; toplumu etkilemek için kullanılan araçlar haline gelir. 


Özellikle ulus-devlet inşası süreçlerinde törenlerin önemi bir başkadır. Devlet, yeni kurulmuştur ve yeni devlete bağlılık sağlayabilmek için iktidar, törenleri araçsallaştırır. Törenlerin yapıldığı en önemli mekan ise okullardır. Dolayısıyla okullar, iktidarların resmi ideolojilerini yaymakta kullandıkları birer araç olarak ortaya çıkmaktadır.

Aslında her birey kendisine şu soruları sormalıdır: “Öğrenci ya da veli olarak hayatımızın bir parçası olan törenlerin asıl amacı nedir? Kimler, neden ve nasıl bu törenleri icat etmişlerdir? Törenlerde okullar neden merkez konumundadır? Peki, birey eğer iktidarın ideolojisini paylaşmıyorsa, bu törenlere katılmama hakkı var mıdır? Devlet, bireye bu özgürlüğü tanımakta mıdır?” Bu noktada, toplumda “benim törenim”- “senin törenin” gibi bir ayrılığın çıkması da muhtemeldir. Böyle bir ayrılığın çıkması mı toplum açısından sağlıklıdır? Yoksa bireylerin kınanmamak için rol yapmaları ve törenlere katılmaları mı daha doğrudur?

Bu konu hakkında özellikle Batılı literatürde önemli çalışmalar yapıldığı görülür. David Kertzer’in Politics and Power, Clifford Geertz’in 1971 yılında basılan Myth, Symbol and Culture adlı kitapları, 2000 yılına ait Ben-Amos’un Funerals, Politics and Memery in Modern France, Victoria Bonnel’in 1999 yılında basılan Iconography of Power, Hobsbawm’ın Rangers’la çıkardığı Geleneğin Icadı da alanın en önemli eserleri olarak sayılabilir. Anthony Smith, Victor Turner, Von Geldern de yine önemli isimlerdir.

Törenler üzerine düşünenlerden biri olan Emile Durkheim, “Dinsel Hayatın İlkel Biçimleri” adlı çalışmasında törenleri veya anma günlerini “ortak bilinci canlı tutan en önemli ve temel unsurlar” olarak tanımlamıştır. Ona göre “bu yolla grup periyodik olarak ortak duyguyu yineler, pekiştirir” (Durkheim, 2011: 375). Durkheim’ın düşüncesine göre törenler, zaman ve mekan vasıtasıyla sosyal bilinci yaratmanın ve canlı tutmanın bir yoludur. Durkheim, ideallerin rutinleşmiş törenler yoluyla varlığını sürdüreceğine inanmıştır.  Bu anlamda, ayin ve törenler, belirli bir toplumun veya grubun iktidarını sağlamlaştırmasında ve meşrulaştırılmasında önemli rol ve işlev görebilirler. “Ayin ve törenler sosyal dayanışma ve savunmayı oluşturan ve onu harekete geçiren mekanizmalar” olarak olumlu görülebilecekken, “bazı gruplar tarafından diğer gruplar üzerinde hakimiyet kurmak için bir silah gibi” de kullanılabilir (Durkheim, 2011:417).

Örneğin; Aralık 1918 de Sovyetler Birliği’nin ilan ettiği yeni resmi tatil ve kutlama günleri, yeni iktidarın yeni bir toplum oluşturma ideallerinin bir sonucudur: 1 Ocak (Yeni Yıl), 22 Ocak (Kanlı Pazarda Ölenleri Anama Günü), 12 Mart (Otokrasinin Kaldırılma Günü) 1 Mayıs ve 7 Kasım (Aralık Devrimini Kutlama Günü) (Türkkahraman, 2000: 107). Bunlar, yeni sistemin kendisini meşrulaştırma ve yeni bir kimlik icat etme araçları olmuşlardır.

Lenin’in ölümü olan 21 Ocak Milli Yas Günü ilan edilmiş, onun için bir anıt-mezar inşa edildikten sonra, bu anıt-mezar törenlerin merkezi haline getirilmiştir. Ayrıca “Lenin’i kutsallaştırma olayı daha da genişletilerek, onun çalıştığı, yediği, kullandığı eşyalar birer kutsallık ve ziyaret merkezleri haline getirilmişlerdir” (Türkkahraman, 2000:  108). Yeni siyasal sistem böylece kendi yeni törensellklerini icat etmiştir.

Yukarıda kısaca değindiğimiz Sovyetler Birliği örneğinde olduğu gibi her ulusun kendi tarihsel ve toplumsal yaşantılarına göre icat ettikleri törenler, yeni kutsal alanlar yaratmıştır. Bu törenlere katılmayanlar, resmi erkten dışlanmış ve çeşitli suçlamalara maruz kalmıştır. Durkheim ve Comte’un çalışmalarında ”sivil din” olarak yorumlanan bu yeni törenlerin, toplumun her ferdi tarafından kabullenilmesi beklenmiştir. Bu, modern dünyanın dayattığı belki de en can sıkıcı uygulamalardandır.

Modern insan, geçmişte din için birbirini öldürenleri bugün hoşgörüden yoksun bulmakta… Ancak yine bugün modern insanın “sivil din”ini savunmak için her yolu denediği bir dünyada yaşadığımızı da unutmamak gerekir. Yine geçmiş zaman anlayışlarının bir kılık değiştirmesiyle karşı karşıyayız.

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

Durkheim, Emile (2011). Dini Hayatın İlkel Biçimleri. EskiYeni Yayınları.

Türkkahraman, Mimar (2000), Siyasal Sosyalleşme ve Siyasal Sembolizm, İstanbul: Birey Yayıncılık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir