
Bazı hayatlar vardır ki, kader onları ne yapsa sıradanlaştıramaz. Ne sürgünler, ne zincirler, ne karanlık sokaklar… Eugène François Vidocq’un hikâyesi, suç ile adaletin birbirine dokunduğu bir puslu aynada başlar. Bir zamanların dolandırıcısı, gün gelir Fransa’nın en korkulan dedektifi olur. Bu, gölgelerin içinden yürüyerek çıkan bir adamın, kendi karanlığıyla yüzleşerek aydınlığa uzanmasının öyküsüdür.
Vidocq, 1775’te Fransa’nın Arras kentinde dünyaya geldi. Babası fırıncıydı; annesi ise disipliniyle meşhurdu. Fakat Eugène, hiçbir kalıba sığmıyordu. Henüz 13 yaşındayken babasının kasasından para çalıp kaçtı. Amerika’ya gitme hayaliyle yola koyuldu ama birkaç gün içinde parasız, aç ve pişman halde yakalandı. Bu ilk kaçış denemesi, onun ömrü boyunca sürecek kaçışların yalnızca ilkiydi. Sonrasında gezici bir sirke katılır. Bu sirkte maymunlar tarafından defalarca saldırıya uğradı, takla atmayı öğrenirken burnunu kırdı ve sahne gösterisinin bir parçası olarak canlı tavuk yemeyi reddettiğinde dövüldü.
Genç Vidocq, asker oldu ama her birlikten firar etti. Kılıktan kılığa girdi, düellolara karıştı, sahte belgeler düzenledi. Hapishaneler onun için geçici konaklar gibiydi. Hücrelerde suçlularla arkadaşlık kuruyor, onların dilini öğreniyor, sonra gardiyanlara bilgi sızdırarak cezalarını hafifletmeye çalışıyordu.
Vidocq’un kafası yalnızca kaçmakla değil, çözmekle de işliyordu. Her parmaklık bir denklem, her zincir bir ipucu gibiydi onun için. Anılarına göre Eugène-François Vidocq hapishaneden (bazen rahibe kıyafetiyle) yirmiden fazla kez firar etmişti.
Bir gün, hayatını değiştirmeye karar verdi. 1809’da Paris Emniyeti’ne gizli muhbir olarak katıldı. Önce ona güvenmediler. Geçmişi bir zincir gibi peşinden geliyordu. Ama Vidocq’un geçmişi, onun en büyük silahıydı. Suçluları düşünme biçimini biliyor, hangi delikleri kullanacaklarını, hangi yalanları söyleyeceklerini sezebiliyordu.
1811’de Sûreté Nationale’de işe başladı ve burada modern kriminal istihbaratın temellerini attı. Vidocq’un stratejisi basitti: “Bir suçluyu yakalamanın en iyi yolu, başka bir suçlunun onu anlamasıdır.”
Kurumsallaşmış polis gücü henüz emekleme aşamasındayken, Vidocq başarılı bir kriminalist olur. Suç mahalli güvenliği, ayrıntılı yazılı kayıtlar, silinmez mürekkep ve değiştirilemez senet (her ikisinin de patenti kendisine aittir), balistik (mermilerin uçuş özellikleri), tekrar suç işlemeye meyilli mahkûmları tanımak için gizli ajanları hapishanelere gönderme veya ayak izlerini alçıyla koruma gibi günümüzde hala kullanılan yöntemleri geliştirdi.
Silinmez mürekkep ve değiştirilemez senet konusuna biraz daha değinelim. 1826’da parmak izlerinin kullanımını araştırıyordu -ancak uygun bir mürekkep bulamamıştı. Kendi silinmez mürekkebini ve taklit edilmesi zor özel bir kağıt türünü icat etti -bu kağıt daha sonra Fransız banknotlarının temeli oldu. Vidocq, özel kağıdını ve mürekkebini satarak ve ordu askerlerinden para alıp yerlerine başkalarını göndermek gibi diğer yasal ama sınırda olan faaliyetlerden önemli bir gelir elde etti.
Ama başarı, düşmanları da beraberinde getirdi. Kimi onun yöntemlerini “ahlaksız” buldu, kimi hala onu eski suçlarıyla yaftaladı. Onu ne tam bir kahraman, ne de tam bir hain yapan buydu zaten: gri bir adamdı o, hem adaletin ışığı hem geçmişin gölgesiyle yürüyordu.
Polis için çalışırken aynı zamanda kendisine güvenmeyen polislerle mücadele ediyordu. Sonunda istifa eden Vidocq, tarihteki ilk özel dedektiflik bürosunu kurmuştur: Le Bureau des Renseignements. Bu girişim, devlet dışı ama kamu güvenliğiyle ilgili çalışan ilk organize yapı olarak dikkat çeker. Bugünkü özel dedektiflik ajanslarının kurumsal kökeni bu büroya dayandırılabilir. Vidocq’un dedektiflik bürosu; takip, bireyin geçmişinin kontrolü, gizli operasyonlar ve adli analizden hassas yatak odası sırlarına kadar geniş bir yelpazede hizmet sunuyordu.
Vidocq, polis teşkilatı içinde büyük başarılar elde etmesine rağmen, yöntemlerinin etik sınırları zaman zaman sorgulanmıştır. Suçluları yakalamak için sahte kimlik kullanması, suçlularla pazarlık yapması ve provokasyon yöntemlerine başvurması onun “yasadışı yöntemlerle yasal sonuçlar” elde ettiği eleştirilerine yol açmıştır. Bu ikircikli konum, onu modern devletin “gri bölgelerini” temsil eden sembolik bir figüre dönüştürür.
1828’de yazdığı Mémoires de Vidocq, onun bir otobiyografisidir. Bu kitapla birlikte o artık yalnızca bir dedektif değil, bir mit haline geldi. Onun yaşamı, 19. yüzyıl yazarları için hem ilham hem de gerilim kaynağı olmuştu. Edgar Allan Poe’nun C. Auguste Dupin karakterinden, Victor Hugo’nun Jean Valjean’ına (1862) kadar pek çok edebi figürde Vidocq’un yankıları vardır. Tıpkı Vidocq gibi Valjean da suçla tanışan ama sonra içsel bir dönüşüm yaşayarak iyiliğin temsilcisine dönüşen biridir. Aynı şekilde Javert, Vidocq’un bir tür karikatürü olarak okunabilir: yasaya mutlak bağlılık duyan ama merhametsizliğiyle adaleti aşan bir figür. Hugo, Vidocq’un yaşamını hem eleştirir hem yüceltir: Valjean’ı insanlığın kurtuluşuna, Javert’i ise sistemin katılığına simge yapar. İkisi arasındaki mücadele, aslında Vidocq’un kendi iç hesaplaşmasıdır. Vidocq’un bir ayağı hapiste, bir ayağı adalet sarayındaydı; Hugo, bu çelişkiyi bir romana dönüştürdü
Amerikan polisiye türünün kurucusu olarak anılan Edgar Allan Poe, 1841’de kaleme aldığı The Murders in the Rue Morgue adlı öyküsünde, ilk kurgusal dedektif olan C. Auguste Dupin’i yaratmıştır. Dupin’in yaratılmasında Vidocq’un etkisi son derece açıktır. Poe, Vidocq’un suçluların zihnini okuma becerisinden etkilenmiştir. Dupin karakteri de Vidocq gibi entelektüel, gözlemci, mantıksal çıkarımlarla hareket eden biridir. Poe, Vidocq’u överken onun olağanüstü bir hafızaya, gözlem yeteneğine ve sezgiye sahip olduğunu yazar.
Ancak Poe, Vidocq’un fazla suça karışmış oluşunu da eleştirir; Dupin, suça karışmadan, aklın mutlaklığıyla hareket eder. Yani Vidocq’tan esinlenmiştir ama Dupin aracılığıyla onun geçmişini arındırır, dedektifi “aklın şövalyesine” dönüştürür.
Oscar Wilde, onun hem kalemle hem zehirle yazılmış bir hayatı olduğunu söylerken, belki de Vidocq’un kendi karanlığından nasıl bir adalet estetiği çıkardığını anlatıyordu. Oscar Wilde, Vidocq’u doğrudan anlatılarında bir karakter olarak işlemez; fakat onu ahlaki muğlaklık ve suçun estetikle kesişimi üzerinden işler. Özellikle Pen, Pencil and Poison (1889) adlı denemesinde Wilde, suçlu sanatçı Thomas Wainewright üzerinden Vidocq’a göndermede bulunur.
Wilde’a göre Vidocq, bir suçludur ancak onun yaşamı başlı başına bir sanattır. Vidocq’un suçun içinden gelip düzeni savunması, Wilde için kimliğin estetik dönüşümüdür. Wilde’ın estetik anlayışında, Vidocq gibi figürler gri alanları temsil eder: ne kutsal ne şeytani, ne kahraman ne hain.
Victor Hugo’da Vidocq’un ahlaki çatışması; Poe’da Vidocq’un zekâsı; Wilde’de Vidocq’un felsefesi kendisine yer bulmuştur.
Bu üç büyük yazar, Vidocq’un hayatını birer ayna gibi kullanmış; kimi onun içindeki adalet ışığını, kimi karanlık gölgesini, kimi ise gri parıltısını yansıtmıştır. Vidocq, yalnızca bir adam değil, modern edebiyatın ve kriminal anlatının şekillenmesinde bir arka plan figürü, hatta bir arızalı melek gibidir.
1857’de öldüğünde, ardında yalnızca çözülen suçlar değil, bir çağın vicdanı kalır. Ne tam kahramandır, ne de yalnızca bir eski suçlu… Ama hep şunu ispatlamıştır: İnsanı karanlıktan çıkaran şey yalnızca ışık değil, karanlığın kendisini tanımasıdır.
Dr.Hümeyra Türedi