Kategoriler
Damga Siyaseti

Türkler neden damgalanıyor?

Türklerin yüzyıllardır, barbar, tembel, geri, kirli, medeniyetsiz gibi etiketlerle damgalandıkları malum… Peki neden kaynaklanıyor bu damgalamalar? Bu sorunun teb bir cevabı yok aslında… Farklı araştırmaların, farklı sonuçlar ortaya çıkardığını görüyoruz. Örneğin, Özlem Kumrular, olumsuz Türk imgesinin oluşmasında yarı sorumluluğu Avrupa’ya yüklerken, sorumluluğun diğer yarısını ise Osmanlı Devleti’ne yüklemiştir. Ona göre “Türkün kötü imgesinin yaratıcısı Avrupadır”, ancak Türkler de bu söylemin oluşmasına çanak tutmuştur (Kumrular, 2011: 7).

Türklerin yüzyıllardır, barbar, tembel, geri, kirli, medeniyetsiz gibi etiketlerle damgalandıkları malum… Peki neden kaynaklanıyor bu damgalamalar? Bu sorunun teb bir cevabı yok aslında… Farklı araştırmaların, farklı sonuçlar ortaya çıkardığını görüyoruz. Örneğin, Özlem Kumrular, olumsuz Türk imgesinin oluşmasında yarı sorumluluğu Avrupa’ya yüklerken, sorumluluğun diğer yarısını ise Osmanlı Devleti’ne yüklemiştir. Ona göre “Türkün kötü imgesinin yaratıcısı Avrupadır”, ancak Türkler de bu söylemin oluşmasına çanak tutmuştur  (Kumrular, 2011: 7). Çünkü Osmanlı Devleti, fetih politikası gereği “bilinçli ve sistematik bir çalışmanın ürünü” olarak kendisi hakkındaki bu olumsuz imajın oluşmasına yardımcı olmuştur. Kumrular’ın araştırma sonuçları, bu fetih politikasının üç bileşenini şu şekilde adlandırmıştır: “vahşet, kibir, görkem”.


Bazı araştırmalar ise İstanbul’un fethini, bu olumsuz imgenin başlangıcı olarak kabul eder. Örneğin, İstanbul’un fethinden önce bölgede bulunan seyyahların Türkler hakkında olumsuz yazmadıkları tespit edilmiştir. Bu tespitlere dayanarak yapılan çıkarıma göre Batılılar nezdinde Türkleri düşmanlaştıran en önemli etken “İstanbul’un fethi”dir. Fetih, Müslüman Türklerin Avrupa içlerine kadar ilerleme endişesini doğurmuştur (Toledo, 2011: 269). Bu ilerlemeyle Türklerin Hıristiyanlığı yok edeceği korku ve endişesinin Batı’da belirmeye başladığı görülmektedir.

Türklerin olumsuz imgeleştirilmesinde Kilise’nin de önemli bir faktör olarak ortaya çıktığı görülmektedir (Spohn, 1996: 54-83; Mora, 2011: 26). Kilise, bu dönemde “bölünmesini engellemek”, “ekonomik kazanç sağlamak”, “kamuoyu yaratmak” için Müslümanlığı ve Türkleri bir araç olarak kullanmıştır.  Bu amaç doğrultusunda vaazlar verilmiş, kitaplar basılmış, broşürler dağıtılmış ve hatta Türklerin “katliamlar”ını hatırlatmak için her gün Kilise çanları çalınmıştır (Spohn, 1996: 28-29).

Yapılan bu propaganda çalışmaları, Kilise haricinde de devam etmiştir. Örneğin, 1500’lü yıllarda bütün Avrupa’da, Türklerle “ilgili 1000’den fazlası Almanca olmak üzere, 2500 civarında yayın” yapılmıştır (Karlsson, 2007: 16). 16. Yüzyılda Fransa’da Türkler hakkındaki edebiyatın, Amerika’nın keşfiyle ilgili edebiyattan çok daha geniş olduğu tespit edilmiştir. Paola Giovio’nun, 1531’den 1546 yılına kadar yirmi iki kez basılmış ve altı dile çevrilmiş Comentarios de las Cosas de Turcos (Türkler Hakkında Yorumlar)adlı eseri bu duruma örnek olarak verilebilir (Toledo, 2011: 269).

Bu yayınlar 20.yüzyıla gelindiğinde de durmamıştır. Örneğin, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz propaganda bürosunun Türklerin olumsuz imajının güçlendirilmesi için çalışmalarına hız verdiği görülmektedir. Örneğin bu doğrultuda 20 Şubat 1917 tarihinde Times’ta Mark Sykes’in, Türkleri “acımasız zalimler”, “merhametsiz zorbalar”, “su katılmamış barbarlar”, “yobazlar” ve “gittikleri her yeri mahveden insanlar” olarak tanımladığı yazıları yayımlanır. Bakanlık bu yazıların başka yerlerde de yayınlanmasını sağlar. Ayrıca anti-Türk propagandasını üstlenen John Buchan’ın, Montgomery’e yazdığı mektupta, “Türkler gitmeli” kampanyasının düzenlenmesi gerektiğini söylemektedir. Anti-Türk propagandasında Robert Koleji’nde ders vermiş eski öğretmenlerden de yararlanıldığını söylemek gerekir (McCarthy, 2015: 331-333).

Kısacası, dört bir koldan çalışan ve Türklerin damgalanması için uğraşan bir Batılı anlayış söz konusu… Peki, Osmanlılar farklı politikalar izlemiş olsaydı, bu damgalamalar yine de gerçekleşir miydi? Benim de katıldığım bir görüşü Ümit Gürol şöyle dile getirir: “eğer Osmanlılar Avrupa’yla bütünleşmek için daha da açık bir biçimde yakarmış olsalardı bile sonuç değişmezdi” çünkü “İtalyan kamuoyu gibi diğer Avrupa ülkelerinin kamuoyları da Türklerin geldikleri yere geri gönderilmeleri politikasında eksenlenen bir kültür politikasıyla koşullandırılmışlardı” (Gürol, 1987: 116).

Aynı düşünceyi Vicente Blasco İbanez de (1867-1928) paylaşır. İbanez’e göre Türklerin bütün suçu, Avrupa’yı istila edenlerin sonuncusu olması ve hala orada bulunmasıdır. Düşüncesine şu sözlerle devam etmektedir: “Bu nedenledir ki her harbin beraberinde getirdiği şiddet ve gaddarlıklar hafızalarda hala taptaze olarak yer etmiş bulunuyor. Avrupa’da sadece bu kıtanın ilk sakinlerinin safkan torunlarının yaşamasına karar verilse ve sonradan Asya ve Afrika’dan gelen istilacı milletlerin soyundan gelenler kovulsaydı kıtamız bomboş kalırdı”. Hatta İbanez şöyle demektedir: “Türkler zalim oldular, çünkü çok savaştılar. Savaş hiçbir zaman iyiliklerin ve zarif adetlerin okulu olmamıştır ve olmayacaktır. İsa’nın adını ağızlarından hiç düşürmeyen diğer medeni milletler, toplarıyla ve tüfekleriyle Afrika ve Asya’nın yerlilerine Türklerin Balkan milletlerine yaptıklarından çok daha kötü davrandılar” (Önalp, 2011: 262). Türklerin Balkan milletlerine ne yaptığını İbanez’e sormak gerekir ancak bazı tespitlerinde de kendisine hak vermek gerekir.

İlber Ortaylı da benzer bir düşünceyi savunarak, Türklerin din değiştirseler ya da tamamen laik olsalar bile Avrupalıların kendilerine yönelik nefretini değiştiremeyeceğini söylemektedir. Ortaylı sözlerine şöyle devam eder: “Batı’da klasik tarih eğitiminin belirgin noktalarından biri anti-Türklüktür, anti-Müslümanlık demiyorum. Yani Batı kültürü ve Batı insanı için İranlı her zaman egzotik bir adamdır. Arap demek 1001 gecedir, bir masaldır, şairdir, Ebu Nuvas’tır, çevirisini bulursa okur. Fakat Türk demek, bunların ötesindedir. O bir militandır. Türk, Roma mirası üzerine oturan asker bir kavimdir ve dolayısıyla bir tehlikedir. Kilise uzun zaman böyle öğretti ve bu nedenle Batı’da Türklere karşı ebedî bir şüphecilik vardır” (Ortaylı, 2007)

Avrupa’nın Türklere neden bu kadar nefret duyduğuna yönelik farklı düşüncelerin bir kısmını açıklamaya çalıştık. Ancak kesin olan bir şey var ki Avrupa’nın Türkleri sevmediği… Peki bu nefret, hala da devam ediyor mu? Bu da başka bir yazının konusu olsun😊

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

GÜROL, Ümit (1987), İtalyan Edebiyatında Türkler, İmge Kitabevi, Ankara.

KARLSSON, Ingmar (2007). Avrupa ve Türkler. İstanbul: Homer Kitabevi.

KUMRULAR, Özlem (2011a), Dünyada Türk Imgesi, Kitap Yayınevi, İstanbul.

McCARTHY, Justin (2015), Amerikadaki Türk İmgesi, çev. Zeynep Enez, (ilk orjinal yayım tarihi 2010), Tarih&Kuram, İstanbul.

MORA, Necla (2011), “Tarihten Günümüze Alman Kolektif Belleğinde Türk İmgesi ve Medyada Yansıması”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, cilt: 2, sayı:15, s: 21-33.

ORTAYLI, İlber (2007), Avrupa ve biz, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara.

ÖNALP, Ertuğrul (2011), “İspanyol Roman Yazarı Vicente Blasco İbanez’de Türk İmajı”, Dünyada Türk Imgesi içinde, Edt.   Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul, s: 259-266.

SPOHN, Margret (1996), Her şey Türk işi: Almanların Türkler hakkında 500 yıllık (ön) yargıları, çev. Leyla Serdaroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.

TOLEDO, Paulino (2011), “‘Türkler ve Hristiyanlar Arasında’ adlı Komedide Türk imgesinin biçimlenmesi”, Dünyada Türk Imgesi içinde, Edt. Özlem Kumrular, Kitap Yayınevi, İstanbul, s: 267-282.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir