Madame Defarge, aramızda yaşamış bir insan değil, bir roman karakteridir. Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi (1856) adlı ünlü romanından tanırız onu. Romanın belki de en ilgi çekici kişisidir. Hayali bir karakter olsa da yüz yetmiş yıl sonra bile adından söz ettirir. Üzerine yazılar yazılır. En önemli özelliği her yerde her zaman örgü örmesidir, giyotin sehpasının yanında bile…
Madame Defarge, aristokratlardan intikam almaya yeminli biridir. Zira zengin Evrémondes ailesinin oğlu ablasına tecavüz etmiş, ölümüne neden olmuştur. Ablasını kurtarmak isteyen ağabey de aynı aile tarafından öldürülmüştür. Madame Defarge, cezalandırılacak aristokratların ve onlara yardımcı olanların listesini örgüsüne kodlamaktadır. Örgüsüne yazdığı isimleri silmek ise imkansızdır.
Örgüsünü örerek, intikam alacağı günü sabırla beklemekte, diğer insanların kaderini belirlemek için çalışmaktadır. Şöyle der: “Öç almak ve hesaplaşmak hep uzun zaman alır. Bu, hep böyle olmuştur.” (s. 312).
Dickens, Madame Defarge’ın davranışlarını önce meşrulaştırsa da sonrasında onu bir canavara dönüştürür. Romanda sevilen ve masum bir karakter olarak sunulan Charles Darnay’ın suçsuzluğuna inanmayarak, okuyucunun gözünden düşer. Madame Defarge, intikam duygusuyla öyle doludur ki önünde hiçbir engel tanımaz. Der ki: “O zaman, ateş ve rüzgâra durmaları gerektiği yeri söyle; ama bana asla”.
Devrimden önce dükkanındaki kasanın başından ayrılmayan ve girip çıkan müşterileri kontrol eden Madame Defarge; Devrimle birlikte giyotin sehpası başında, sepete yuvarlanan kafalara sevinmekte, celladın çalışmasına gözcülük etmektedir. C.Dickens, Madame Defarge gibi diğer kadınların da örgü örerek giyotinle öldürülen insanları seyrettiğini anlatmaktadır: “Durmadan örgü ören kadınların çevresinde onlara doğru yaklaşmakta olan o kadar çok şey vardı ki kendileri de o tamamlanmamış yapının bir parçası olmaya doğru yaklaşıyorlardı. Yine oturup durmadan örgü örecek ve düşen kelleleri sayacaklardı”. Kitapta geçen bu ifadenin tarihsel arka planına değinmek yerinde olacaktır.
Dönemin köylüleri için örgü, ekstra gelir elde etmenin bir yoludur. “Kulübe endüstrisi” de denen bu uğraşıda, kadınlar ve hatta çocuklar tarafından örülen çorap, şapka, eldiven, kazaklar pazarlarda satılır. Peki bu masum uğraş, nasıl olur da Fransız aristokratlarının kafasının kesilmesiyle ilişkilendirilir? Pazardaki kadınların meclis toplantıları sırasında örgü ördüğü, aristokratların kafaları ayaklarının dibindeki sepete yuvarlanırken de örgü örmeye devam ettikleri söylenir. Aslında bunun basit bir nedeni vardır: Kadınlar, yıllardır buldukları her boş zamanda örgü örmektedirler. Nefes almak gibi örgü örmek de hayatlarının bir parçasıdır. Aristokratlardan intikam alırken bile üretken olmaları gerekir. Zira, çocuklar evde ekmek beklemektedir. Bu noktada, kadınların okuma yazma bilmediğini de eklemek gerekir. Sadece örgü örenlerin anlayabileceği bir örgü dillerinin olduğunu iddia edenler de vardır. Tıpkı halı dokuyanlarda olduğu gibi.
Peki, Dickens’ın yazdığı gibi idam edilen aristokratların isimlerini örgülerine kodlamış olmaları mümkün müdür? Pek olası değildir ancak tarihin yeni bulgular ışığında her gün değişebileceğini hatırda tutmak gerekir.
Bazı yorumlara göre Fransız Devrimi’ni başlatan kıvılcım, kadınların çektiği geçim sıkıntısından kaynaklanmaktadır. Zira 18. yüzyılın ikinci yarısında Paris’teki pazarcı kadınlar; çalışıyor, ticaret yapıyor, kocalarının yetersiz maaşlarıyla çocuklara bakıyor, ailelerini örgü ve dikiş işleriyle giydiriyor ve geçimlerini sağlıyorlardı. Ailelerini doyuracak ekmekleri kalmadığını anlayınca isyan ederler. Devrim sırasında bu kadınlar halkın gözünde kahraman haline gelir. Robespierre’in başkanlığını yaptığı, Devrim’in en radikal hareketlerinden biri olan Jakoben Kulübü’ne benzer şekilde, Reine Audu, Agnès Lefevre, Marie Louise Bouju ve Rose Lacombe gibi kadınların başkanlık ettiği gruplar oluşur.
Devrimci hükümet, popülerlikleri nedeniyle bu kadınların siyasi rollerinden hoşnut değildir. Sonunda herhangi bir siyasi toplantıya katılmaları da yasaklanır. Ancak kadınlar başlattıkları bu sürecin bir parçası olmaktan vazgeçmezler. Bazıları infazların gerçekleştiği Place de la Révolution’a evlerinden sandalyeler getirip giyotinin etrafına yerleştirirler ve bütün gün oturup düşmanlarının kafalarının vücutlarından ayrılmasını izlerler. Örgülerini de getirirler. Çoğunlukla da Fransız Devrimi’nin sembollerinden biri haline gelen ve Paris’te herkesin giydiği kırmızı bereleri örerler. Koltuklarını belirli kişilerin infazını izlemek isteyenlere satmaya da başlarlar. Sandalyeleri kiralayarak ve ördükleri eşyaları satarak, ev ekonomisine katkıda bulunurlar. Dolayısıyla, Dickens’ın bahsettiği giyotin ve örgü ören kadın motifinin sosyolojik ve ekonomik arka planını iyi tahlil etmek gerekir.
Örgü, Dickens’ın bahsettiğine benzer bir işlevi aslında çok daha sonraları kazanır. Örgünün, mors kodu gibi mesajları gizlemek için ideal bir araç olduğunu söylemek gerekir. Çünkü ikili bir yapıya sahiptir: düz örgü ve ters örgü. Birliklerin konumları, silah sayıları, trenlerin hareketleri gibi bilgiler basit bir şapkada, bir çift eldivende, bir atkıda örgü desenleri kullanılarak gizlenebilir. Bu, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz hükümetinin Almanlara bilgi iletmek için kullanılabileceği korkusuyla tüm basılı örgü modellerini neden yasakladığını açıklar. Bu dönemde hem Almanlar hem de İngilizler örgü casuslarından yararlanırlar. Hatta 1940’larda İngiliz dergisi Pearson’s Magazine, Alman casuslarının tüm kazakları düğümlerle dolu iplikle ördüğünü, bu düğümlerin çözülüp alfabenin harflerini içeren bir çerçeveye yerleştirildiğinde gizli mesajların ortaya çıktığını iddia eder. Kısacası, Fransız Devrimi’nden Charles Dickens’a, oradan II.Dünya Savaşına örgü karşımıza çıkmaya devam eder.
Madame Defarge, etkileyici bir karakterdir ve devrimci hırsın simgesi olarak varlığını bugün dahi sürdürmektedir. Kurgusal bir karakter olmasına rağmen, davranışları ve motivasyonları, Fransız Devrimi’nin geniş sosyo-politik bağlamını canlı bir şekilde temsil eder. Devrim sırasında kadınların örgü örme alışkanlığı, bu dönemde ev içi uğraşların siyasi olaylarla nasıl kesiştiğini vurgular. Bu kadınlar, masum bir faaliyet olarak görülen örgü örme eylemini devrimci bir amaca hizmet edecek şekilde kullanarak üretkenliklerini adalet arayışıyla birleştirir. Bu ikilik, örgünün II. Dünya Savaşı sırasında casusluk aracı olarak kullanılmasına da ışık tutar, sembolik çok yönlülüğünü gösterir.
Sonuç olarak, Madame Defarge’ın hikayesi, edebiyatın toplumsal meseleleri yansıtma ve eleştirme gücünün de kalıcı bir örneğidir. Karakteri; adalet ve intikam arasındaki ince çizgiyi, kişisel ve politik olanı, sıradan faaliyetlerin önemini bizlerin düşünmesini sağlar. Dickens, onun amansız intikam arayışı üzerinden, insan doğası ve tarihsel güçler hakkında derinlemesine bilgiler sunar.
Yazmızı, bu güçlü karakterin bir sözüyle bitirelim: “Yaptığımız hiçbir şey boşuna değil. Bütün kalbimle inanıyorum ki zaferi göreceğiz. Ama göremeyecek olursak (…) O zaman zaferin gelmesine yardım etmiş olacağız”
Kaynaklar
Ayres, Brenda (1998). Dissenting Women in Dickens’ Novels: The Subversion of Domestic Ideology. Westport: Greenwood.
Dickens, Charles (2003). A Tale of Two Cities. London: Penguin.
Jones, Jason (2006). Lost Causes: Historical Consciousness in Victorian Literature. Columbus: The Ohio State University Press.
Mangum, Teresa (2009). “Dickens and the Female Terrorist: The Long Shadow of Madame Defarge”. Nineteenth-Century Contexts, 143-60.
Slater, Michael (1983). Dickens and Women. Palo Alto: Stanford University Press.