Adrian Forty nin “Objects of Desire” adlı 1986 yılında yayımlanan kitabı, “ev işi” kavramındaki anlam dönüşümüne ışık tutuyor. Kavramın; hizmetçiler, sınıfsal mücadele, teknolojik gelişmeler, reklamlar gibi olgularla yakın ilişkisine değiniyor.
İlk olarak A.Forty, ev işi kavramının 19.yüzyılda değişmeye başladığından söz eder. Zira bu dönemde fazlasıyla hissedilen modernizm, modern ev kadını olgusunu da ortaya çıkarmıştır. Bu dönemde, modern alt sınıf ev kadınları, kendilerini orta sınıf ev kadınları olarak görmek istemektedirler. Yaptıkları işler, işçi sınıfı kadınlarının yaptıkları işlere benzese de, bu işlerin aslında hiç de alt sınıflara ait olmadığını, “yalnızca başka türlü bir etkinlik” olduğunu kendilerini inandırmaktadırlar. Hâlbuki yaptıkları işler, üst sınıflarda hizmetçiler tarafından yapılan türde işlerdir. İlginç şekilde, ev işlerini fabrikada mesela kutu paketleme ile aynı şey olarak görmezler. Bunun nedeni de aynı dönemde, kadınların kadın olabilmeleri için tek yolun ev kadını ve anne olmayı başarılı şekilde yerine getirme olduğu propagandasının yapılmasıdır. Kadınların ev işi yapmaktan zevk alması gerektiği söylenir. Gerçekte yapılan bu ev işlerinin sonunda, bir hizmetçi ücret alırken bir ev kadını ise sadece duygusal tatminle yetinmektedir. Bu duygusal tatmin de eşinin ve çocuklarının sevgisi ile evinin düzenli olmasına dair aldığı övgülerdir. Ev işi yorucudur, çalışma saatleri uzundur ve hatta bitmek bilmez. Ancak tüm bunlar, kadının görevi olarak kabul edilmiş veya ettirilmiştir.
Peki, üst sınıf bir ailede aslında bir hizmetçiye ait olan ev işlerini yaparken, bu alt sınıf kadınlar kendilerini nasıl oldu da hizmetçilerin işini yapmadıkları yönünde ikna ettiler? Birincisi, orta sınıfa yükselmeyi çok istemekteydiler ve evde yaptıkları işler ile diğer işleri karşılaştırmadılar. Çünkü kendilerini hizmetçi pozisyonunda görmek istemiyorlardı. Yaptıkları ev işlerini, “iş” olarak algılamaktan kaçınmayı tercih ettiler ki bu da ev hanımlarının kendi statülerini yüksek görmelerini kolaylaştırıcı bir etkendir. Bu dönemde ev işleri, kadının ailesine yönelik gönüllü sevgisinin bir çeşit dışavurumu olarak kabul edilir. Reklam, dergi, medya, öykü vs ile bu düşüncenin yaygınlaştırılması da kadınların kendilerini “hizmetçi” olarak algılamamasını kolaylaştırır. Ev işlerinin, “iş” olarak görülmemesi, onu bir zamanlar hizmetçilerin yaptığı gerçeğinin unutulmasını sağlar.
Henüz 19.yüzyılın başında ev işlerini yapmak “küçültücü” olarak görülmektedir ve temizlik yapma, yemek pişirme, çamaşır yıkama, çocuk bakma sadece hizmetçilerin yaptıkları işlerdir. Ancak yüzyılın sonuna doğru bu algılar değişmiştir. Ev işleri hizmetçiler tarafından yapıldığında, küçültücü ve kötü olarak algılanırken; hizmetçi tutamayan ev kadınları için aynı işler artık aileye yönelik bir sevgi gösterisine dönüştürülmüştür. Dolayısıyla, hizmetçilerle aynı işi yapmak zorunda kalan bu kadınların, küçük düşmemek için ev işini hizmetçi işinden ayırmak istemeleri doğaldır. Sanki bunlar iş değilmiş gibi davranmak daha kolaydır. Böylece, alt sınıfa ait kadının en azından psikolojik olarak orta sınıfa doğru ilerleyebildiğini söylemek gerekir. Ev işlerinin “iş” olmadığı fikri, yapmak zorunda oldukları ev içi görevlerin gerçekliğini çarpıtarak, toplumsal ilerlemenin önündeki temel engellerden birini ortadan kaldırır.
Bu dönemde, icat edilen elektrikli ev aletleri ve bu aletlerin satışı için üretilen reklamlar, alt sınıf kadınının kendisi için oluşturduğu hayal dünyasında yaşamasına katkı sunar. Yapılan reklamlarda, elektrikli ev aletlerinin artık hizmetçinin yerine geçtiği ve hizmetçilere ihtiyaç olmadığı vurgusu vardır. Bu noktada, elektrikli ev aletlerinin çok da ucuz olmadığı düşünüldüğünde, bu ev aletlerine sahip olan kadınların, bu aletlere sahip olmayanlara göre kendilerini daha yüksek statüde hissettiğini söylemek gerekir. Dolayısıyla hizmetçisi bulunmayan bir ev kadını, eğer elektronik ev aletleri varsa kendisini hiç de alt sınıf gibi hissetmeyecektir.
Ev aletlerinin bir mekanik hizmetçi olarak lanse edilmesi bu noktada önemlidir. Alt sınıfa ait olan kadınlar, ev aletleri sayesinde işlerinin kolaylaştığını düşünmektedir ki reklamlar, ev aletlerinin hizmetçilerin yerini doldurduğunu sıklıkla tekrar etmektedir. Hatta üreticiler bu aletleri Daisy ya da Betty olarak adlandırırlar ki bu da aletlerin hizmetçilerin yerine geçtiği imajını sağlamlaştırmak içindir. Bu reklamlar, o kadar inandırıcı olur ki yemek pişirmenin, ev temizlemenin ya da çocuk bakmanın makineler tarafından yapılamayacağı gerçeği göz ardı edilir. Yemeklerle dolup taşan fırınların yanında oturup kahve içen güzel giyimli kadınların görüldüğü reklamlar, fırınlar gibi elektronik ev aletlerinin mucizeler yaratabildiğine toplumu inandırır. Ya da bu rüyaya inanmak istenilir ki bu inanç ev işinin “iş” olmadığı fikri ve orta sınıf olma isteğiyle yakından ilgilidir.
A.Forty, makalesinde ilginç bir araştırmaya da değinir. Yazdığına göre eğer alet kullanmadaki amaç, ev işlerine harcanan zamanı azaltmaksa; 1950’de ev kadınlarının ev işlerine bir haftada harcadığı 70 saatin, 1970 yılında 77 saate çıkması nasıl açıklanabilir? Bu sonraki dönemde, elektrikli ev aletleriyle kazanılan zamanın, aynı işlerin daha sık ya da daha iyi yapılması için harcandığı görülmektedir. Örneğin, önceden 6 çocuğunu haftada bir kez yıkayan kadın varken, artık iki çocuğunu her gün yıkayan kadın vardır. Daha fazla temizlik ya da daha fazla işçilikli yemekler yapılmaya başlanır. Yeni aletlerle daha incelikli pişirilmiş yemekler ortaya çıkarılır. Tabi, bunun suçu evlerine ve ailelerine en yüksek standardı sağlamaya çalışan kadınlarda ve bu anlayışı onlara dayatan/öğreten sistemdedir.
Aletlerin hizmetçilerin yerini aldığı düşüncesi o kadar sıklıkla tekrarlanır ki insanlarla makineler arasında bir eş değerlik sağlanır. Hizmetçisiz nasıl rahat ediliğine dair öyküler dahi yayınlanır ki The Servantless Home (1920) bunlardan biridir. Aletlerin gerçekten de başka biçime bürünmüş birer hizmetçi olduğu öne sürülür. Bu durum aynı zamanda, kadınların kocalarını korumaları için de bir yoldur. Yapılan reklamlarda, “yuvayı yıkan hizmetçi” tehdidinden kurtulmanın vaad edildiği de görülmektedir. Tabiki hizmetçi çalıştırma hususu birdenbire sona eren birşey değildir. Dünya savaşlarının etkisi, hizmetçi oranlarının düşüşüne etki etmiştir tabi ki, ancak savaşlar bu düşüşün kesin nedeni olarak da gösterilemez.
Şunu da söylemek gerekir ki ilk ev aletlerinin tasarımları hizmetçilerin kullanımına yöneliktir. Mutfakta ya da evin kenar köşesinde bulunan aletler, hiç de estetik değildir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hizmetçi bulmakta zorluk çekilince, bu ev aletleri hizmetçilerin işini kolaylaştırmak ve böylece kadınları hizmetçiliğe özendirileceği gerekçesiyle yapılmıştır. Çoğu ev aleti, sanayi makinelerine benziyordu. Ağır, hantal ve kaba olmaları ilk başlarda önemsenmese de, hizmetçi bulunduramayan alt sınıf aileler için bu aletlerin görüntüsü zamanla rahatsız edici olmaya başlar. Evde iş yerine benzer bir ortam oluşması, fabrikalardaki makinelere benzeyen bu aletlerin eleştirilmesine neden olur. Bu eleştiriler neticesinde, ilk defa Alman Max Braun, 1957’de dış görünüşü farklı mikserler üretir. Bu mutfak mikserleri, büroya ya da fabrikaya aitmiş gibi görünmezler, ince çalışılmış heykellere benzemektedirler. Diğer markalar da Braun’un yolunu takip eder ve bu aletlerle yapılan ev işleri, soylu ve yüce görülmeyi sürdürür.
Ev işleri yapmanın, bir kadınının ailesine yönelik görevi ve sevgi gösterisi olduğu fikrinin hala devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Oysa ki ev işi, gerçekte ödülsüz ve bitmek bilmeyen görevlerden oluşmaktadır. Bugün elektrikli ev aletlerinin son modellerine ve pahalı markalarına sahip olmanın hala bir statü ya da övünme aracı olarak kullanılması da yüz yıldır pek de bir şeyin değişmediği anlamına gelmektedir.
Dr. Hümeyra Türedi
Kaynak: Forty. A. (1986). Objects of Desire, Thames&Hudson.