Kategoriler
Tarih

19. Yüzyılda Paris Morgu

Paris Morgu’nun 19. yüzyılda Paris’in en popüler turistik yerlerinden biri olduğunu biliyor muydunuz?

Paris Morgu’nun 19. yüzyılda Paris’in en popüler turistik yerlerinden biri olduğunu biliyor muydunuz?


Paris Morgu, 1864’te Seine Nehri’nin en ucuna taşınır. Yeni morg, daha büyük ve daha moderndir. O dönemde, nehirden veya sokaklardan toplanan cesetlerin teşhis edilmesi neredeyse imkansızdır. Yeni morg, yeni bir fikir getirir. Bir cesedin tanınması ve sahiplenilmesi umuduyla halkın morga girmesine izin verilir.

Cesetler, teşhir edilmeden önce incelenir ve sonrasında camın arkasında mermer, eğik levhalar üzerinde sergilenirdi. 1882’den önce cesetlerin üzerine buzlu su damlatılırdı. Daha sonra bir soğutma sistemi yürürlüğe girer ve vücutların soğuk tutulması sağlanır. Cesetler üç gün boyunca teşhirde tutulurdu. Ölen kişinin kıyafetleri vücutlarının yanına asılırdı. Camın her iki yanında bir çift yeşil perde asılıydı. Bu perdeler, o dönemde, morgun tiyatroyla karşılaştırılmasına yol açar.

Paris gazeteleri, morgda sergilenen kurbanların sansasyonel hikayelerini yayınlayarak halkın ilgisini çekmeyi başarır. 1886’da, elinde gizemli bir morlukla ölü bulunan dört yaşındaki bir kızın gazetelerde yer alan haberinden sonra, Paris Morgu’nun dışındaki kalabalık o kadar büyük olur ki trafik durur. Bu küçük çocuk,150.000’den fazla kişi tarafından görülür. 1895 yılında hem 18 aylık bir çocuk hem de üç yaşındaki bir çocuk, birkaç gün arayla Seine Nehri’nden çıkarıldığında, morga girmeye çalışan kalabalık o kadar büyük olur ki polis çağrılır. 

Paris Morgu, turizm rehber kitaplarında dahi yer alarak, bir turistik cazibe merkezine dönüşür. Haftanın yedi günü sabahtan akşam 6’ya kadar açıktır ve günde 40.000 ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Hafta sonları, genç ve yaşlı, erkek ve kadın, küçük çocuklar ve işçiler, turistlerle yan yana morgu ziyaret ederler. İşin ilginç yanı, küçük çocukların cesetleri görmeleri için morga getirilmesidir.

Bir ölüm ne kadar korkunç veya ürkütücüyse, kuyruklar o kadar uzun olur. İçeri girişin ücretsiz olması da insanları teşvik eden bir başka faktördür. Özellikle alt sınıfların para ödemeden yapabileceği bir hafta sonu aktivitesi haline gelir. Kalabalık nedeniyle, sokak satıcıları da morgun dışında yerlerini alır.

En şöhretli cesetlerden biri L’inconnue de la Seine olarak bilinen genç kadındır. Güzelliğini bozacak kadar nehirde kalmayan genç kadın intihar etmiştir. Ya da öyle olduğu düşünülür. Kızın yaklaşık 16 yaşında olduğu tahmin edilir. Nereden geldiği, kim olduğu, neden öldüğü hiçbir zaman keşfedilemez. Yüzüne balmumu uygulanarak alındığı iddia edilen bir maske popüler olur. Dükkanlarda satılır, evlerin duvarlarına asılır ve hatta ünü ABD’ye ulaşır.

Paris Morgu’nu, zamanının bir ürünü olarak görmek gerekir. Sanayileşme ile birlikte, fabrikalarda çalışmak üzere kırsal kesimden şehre giderek daha fazla insan gelir. Aynı zamanda, kaza sonucu ölümler -makine patlamaları, tren kazaları, kömür dumanından boğulma- giderek daha da yaygınlaşır. Bu kazalarda hayatını kaybeden sanayi işçilerinin, evlerinden uzakta ölmeleri muhtemeldir. Onları tanıyan insanlardan uzakta, morgun camlı penceresinin arkasında isimsiz bir cesedin kaderini yaşama ihtimallerini düşünürler. Bir çeşit empatinin, toplumun alt kesimini buraya çektiği söylenebilir. Bundan başka, insanların vahşete, ölüme ve ölüye olan meraklarının etkisini de göz ardı etmemek gerekir. Bugün kanlı görüntüler içeren film sahnelerini ilgiyle izleyen ya da benzer oyunlar oynayan kitlelerle, Paris Morgu’nu ziyaret eden kitlelerin aynı duyguları paylaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.

1907’ye kadar Paris Morgu’na ziyaretler devam eder. Halka kapansa da morg ile ilgili Emile Zola’nın tasvirleri, bu morg fetişizmini hafızalarda ölümsüzleştirir. Emile Zola, Therese Raquin (1867) adlı eserinde, Paris Morgu’nu Laurent’in gözünden tasvir eder. Laurent, nehirde boğduğu Camille’nin cesedini görebilmek için her gün Morg’a gelmektedir.

(Laurent) Mekana girdiğinde, nahoş bir koku, yeni yıkanmış et kokusu onu tiksindirdi ve tenini bir ürperti kapladı: duvarların nemliliği, omuzlarından daha ağır bir şekilde sarkan giysilerine ağırlık veriyor gibiydi. Seyircileri cesetlerden ayıran cama doğru gitti ve solgun yüzünü cama dayayarak baktı. Karşısında sıra sıra gri levhalar belirdi, ve üzerlerinde, orada burada yeşil ve sarı, beyaz ve kırmızı benekler oluşturan çıplak bedenler vardı. Bazıları ölümün katılığında doğal durumlarını korurken, diğerleri kanayan ve çürüyen et yığınları gibi görünüyordu. Arkada, duvara yaslanmış, çıplak sıvaya büzülmüş bazı içler acısı paçavralar, jüponlar ve pantolonlar asılıydı. Laurent ilk başta yalnızca, giysiler ve cesetlerin oluşturduğu kırmızımsı ve siyah lekelerle beneklenmiş solgun taşlar ve duvarlar topluluğunu gördü. Akan suyun melodik sesi sessizliği bozdu.

Yavaş yavaş cesetleri ayırt etti ve birinden diğerine geçti. Onu ilgilendiren sadece boğulanlardı.

Suyla şişmiş ve mavileşmiş birkaç insan formu oradayken, Camille’i tanımaya çalışarak onlara hevesle baktı. Çoğu zaman, yüzlerdeki et şeritler halinde gitmişti, kemikler yumuşak tenleri delip geçmişti. Yüzler kemikli, haşlanmış dana eti gibiydi. Laurent tereddüt etti; kurbanının cılız vücudunu keşfetmeye çalışarak cesetlere baktı. Ama boğulanların hepsi sağlamdı. Muazzam karınlar, şiş kalçalar ve güçlü yuvarlak kollar gördü. Ne yapacağını bilmiyordu. Korkunç kırışıklarıyla, kendisiyle alay ediyormuş gibi görünen o yeşilimsi görünüşlü paçavraların önünde tir tir titreyerek durdu.

Bir sabah gerçek bir dehşete kapıldı. Birkaç dakika boyunca, sudan alınmış, küçük yapılı ve korkunç bir şekilde şekli bozulmuş bir cesede bakıyordu. Boğulan bu kişinin eti o kadar yumuşak ve parçalanmıştı ki, onu yıkayan akan su onu parça parça alıp götürmüştü. Yüze düşen tazyikli su, burnun solunda bir delik açtı. Ve aniden burun düzleşti, dudaklar ayrıldı ve beyaz dişler ortaya çıktı. Boğulan adamın başı kahkahayı patlattı.

Laurent ne zaman Camille’i tanıdığını hayal etse, kalbinde bir yanma hissi duyuyordu. Kurbanının cesedini bulmayı hararetle arzuladı ve onu önünde hayal edince korkaklığa kapıldı. Morg ziyaretleri içini kabusla, nefes nefese kalmasına neden olan titremelerle doldurdu.

(…) Acı verici derecede fantastik ve grotesk tavırlarıyla ölümün şiddetli yüzüne bakmaktan garip bir zevk alan basit bir seyirci oldu. Bu manzara onu eğlendiriyordu, özellikle orada göğüslerini çıplak gösteren kadınlar varken. Acımasızca teşhir edilen, kanlı ve yer yer deliklerle delinmiş bu çıplaklıklar onu cezbediyordu.

Bir keresinde orada yirmi yaşında genç bir kadın gördü. Bir halk çocuğuydu, geniş ve güçlüydü, taş üzerinde uyuyor gibiydi. Taze, dolgun, beyaz bedeni, renk tonunun en hassas yumuşaklığını sergiliyordu. Başını hafifçe bir yana eğmiş, yarı gülümsüyordu. Boynunda ona bir tür gölge kolyesi veren siyah bir bant vardı. Aşk çılgınlığı içinde kendini asmış bir kızdı.

Her sabah, Laurent oradayken, arkasından giren ve çıkan halkın geliş gidişlerini duyardı.

Morg, herkesin görebileceği bir manzaraydı ve yoldan geçen zengin fakir herkesin kendini şımarttığı bir yerdir. Kapı açık duruyordu ve herkes girmekte özgürdü. Bu ölüm performanslarından birini kaçırmamak için yola çıkan sahnenin hayranları vardı. Döşemelerin üzerinde hiçbir şey yoksa, ziyaretçiler binayı hayal kırıklığına uğramış, kendilerini kandırılmış gibi hissederek ve dişlerinin arasında mırıldanarak terk ederlerdi; ama oldukça meşgul olduklarında, insanlar önlerinde toplanır ve kendilerini ucuz duygularla şımartırlar; tiyatroda olduğu gibi dehşet ifade ederler, şakalar yaparlar, alkışlarlar veya ıslık çalarlar ve o gün Morg’un başarılı olduğunu ilan ederek tatmin olmuş bir şekilde geri çekilirlerdi.

Laurent kısa süre sonra bu yere sık sık gelen halkı, acıyan ve alay eden o karışık ve farklı halkı tanıdı. İşçiler, koltuklarının altında bir somun ekmek ve aletlerle işlerine giderken içeri baktılar. Ölümü komik bulmuşlardı. Bunların arasında, her bir cesedin yüzü hakkında esprili sözler söyleyerek izleyenlerde bir gülümseme uyandıran atölyelerin komik arkadaşları da vardı. Yanarak ölenlere kömür işçisi adını verdiler; asılanlar, öldürülenler, boğulanlar, bıçaklanan ya da ezilen bedenler, alaycı canlılıklarını heyecanlandırıyor, hafifçe titreyen sesleri, salonun ürpertici sessizliği arasında komik cümleler kuruyordu.

Küçük bağımsız insanlar, zayıf ve buruşmuş yaşlı adamlar, yapacak işleri olmadığı için giren aylaklar ve barışçıl, hassas fikirli adamların somurtkanlıklarıyla cesetlere aptalca bakan aylaklar geldi. Çok sayıda kadın oradaydı: hepsi pembe, beyaz keten ve temiz jüponlu genç işçi kızlar, camlı bölmenin bir ucundan diğerine hızlı bir şekilde tökezlediler ve sanki bir keten bezinin vitrini önündeymiş gibi, dikkatle gözlerini açtılar. Afallamış görünen ve kendilerine acıklı bir hava veren alt tabakadan kadınlar da vardı; ve ipek elbiselerini yerde umursamazca sürükleyen iyi giyimli hanımlar da.

(…) (Laurent Camillenin cesedini görür) Katil, sanki oraya çekilmiş gibi, gözlerini kurbanından ayıramıyormuş gibi yavaşça cama yaklaştı. Acı çekmedi; sadece cildinde hafif iğnelenmelere eşlik eden büyük bir iç ürperti yaşadı. Daha şiddetli titreyeceğini düşünürdü. Tam beş dakika boyunca hareketsiz durdu, bilinçsiz bir tefekkür içinde kayboldu, gözlerinin önündeki resmin tüm korkunç çizgilerini, tüm kirli renklerini aklına rağmen, hafızasına kazıdı.

Camille çok çirkindi. Suda iki hafta olmuştu. Yüzü hâlâ sert görünüyordu; yüz hatları korunmuştu ama cildi sarımsı, çamurlu bir renk almıştı. İnce, kemikli ve hafif şişkin kafası yüzünü buruşturdu. Şakaklara yapışan saçlar ve gözlerin donuk kürelerini sergileyen göz kapakları kalkıktı. …Ağzın bir köşesine iğrenç bir sırıtışla; ve beyaz dişlerin arasında siyahımsı bir dil parçası belirdi. Yanık tenli ve uzunlamasına uzatılmış görünen bu baş, insan görünümünü korurken, acı ve dehşetten daha da korkunç bir hal almıştı.

Beden parçalanmış bir et kütlesi gibiydi; korkunç bir şekilde acı çekmişti. Kolların artık yuvalarına tutunmadığını hissedebiliyordunuz; ve köprücük kemikleri omuz derisini deliyordu. Kaburgalar yeşilimsi göğüste siyah şeritler oluşturuyordu; yırtık sol taraf, koyu kırmızı parçaların arasında ağzı açık duruyordu. Tüm gövde çürümüş durumdaydı. Uzatılmış bacaklar, daha sıkı olmakla birlikte, kirli yamalarla lekelenmişti. Ayaklar aşağı sarkıyordu.

Laurent, Camille’e baktı. Boğulan bir kişinin vücudunun bu kadar korkunç bir görünüm arz ettiğini şimdiye kadar hiç görmemişti. Dahası, ceset kıstırılmış görünüyordu. Zayıf bir görüntüsü vardı. Çürürken küçülmüştü ve oluşturduğu yığın oldukça küçüktü. Cesedin; yıllığı 1.200 frank olan, aptal ve hasta, annesi tarafından aşılarla büyütülmüş bir memura ait olduğunu herkes tahmin edebilirdi. Sıcacık battaniyeler arasında olgunlaşan bu zavallı beden şimdi soğuk bir levhanın üzerinde titriyordu.

(Therese Raquin’in İngilizce versiyonundan Hümeyra Türedi tarafından tercüme edilmiştir)

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

https://wellcomecollection.org/articles/W-RTBBEAAO5mfQ3M

https://daily.jstor.org/the-paris-morgue-provided-ghoulish-entertainment/

https://www.atlasobscura.com/articles/paris-morgue-public-viewing

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir