Victor Hugo (1802-1885), Fransız edebiyatının belki de en önemli ismidir. Fransa’nın en çalkantılı yıllarında yaşamış ve yazdığı eserlerle bu karmaşık döneme ışık tutmuş bir düşünürdür kendisi… En bilindik eseri olan Sefiller’de Napolyon sonrası Fransız toplumundaki bölünmeyi irdeler. Cumhuriyetçiler ve Kralcılar… Bonapartçılar ve Bourboncular… Zenginler ve fakirler… Soylular ve burjuvalar… Toplumdaki bu bölünmeler nelere mal olur? Fransız halkı tekrar nasıl bütünleşebilir? Bugün de yaşanan benzer sorunlara, Hugo’nun nasıl cevaplar bulduğunu irdeleyerek okuyabilirsiniz kitabı…
Sefiller’i, Jan Valjean’dan ya da Cossete ve Marius’un aşkından ibaret sanmak, eseri hak ettiği gibi değerlendirememek anlamına gelir. Zira Victor Hugo eserinde, Waterloo savaşından usta bir tarihçi gibi sayfalarca bahsederken; ceza kanununun toplumda açtığı yaraları bir sosyolog gibi irdeler. Sefiller, birçok açıdan yorumlanabilirken, bu yazıda, Victor Hugo’nun eserine yansıttığı Paris’e odaklanacağız.
Victor Hugo’ya göre “Paris bir bütündür” ve “Paris insanlığın doruk noktasıdır” (s.690). “Olağanüstü” olarak tanımladığı şehir, “ölmüş ve yaşayan tüm geleneklerin özeti” gibidir. Bu şehri gören tarihin tüm “arka yüzü”nü de görmektedir (s.690).
Hugo, Paris’i överken bazı yergilerde bulunmayı da ihmal etmez. Örneğin Paris, “evrenle eş anlamlı”dır hatta “tüm uygarlıkların özeti”dir ancak aynı zamanda “tüm barbarlıkların da özeti”dir (s.694). Giyotin, bu barbarlıklardan bir tanesidir ki Hugo için “goyotinin bıçağı karnavalların üzerine kan damlatır” (s. 694).
Şimdi sözü V.Hugo’ya bırakalım: “Paris’in sınırı yoktur. Ondan başka hiçbir şehir buyruğu altında yaşayanları bazen gülünç duruma düşürecek kadar egemen değildir. (…) Paris, yasadan fazlasını yapıp modayı yaratır; modadan daha fazlasını yapıp, alışkanlığı. Paris, uygun görürse ahmak gibi davranabilir; bazen kendini bu ahmaklığa kaptırdığında evren de onunla birlikte ahmaklaşır; ardından Paris uyanıp gözlerini ovuşturarak ‘ne aptalım’ der ve insanlığın yüzüne bir kahkaha patlatır. Bu şehir ne muhteşemdir! İhtişamın ve maskaralığın uyum içinde olması (…) Aynı ağzın bugün kıyamet borusunu, ertesi gün kamış flütü çalması ne gariptir!
Paris’in görkemli bir neşesi vardır. Onun neşesi yıldırımdan yapılmıştır ve elinde hükümdarın asasını tutar. Bazen bir yüz buruşturmasından kasırgalar doğar. Taşkınlıkları, günleri, başyapıtları, mucizeleri, destanları evrenin diğer ucuna kadar yayılır, saçma sapan tekerlemeleri de (…) Gülüşü tüm yeryüzüne lav saçan bir volkanın ağzıdır. Açık saçık şakaları kıvılcımlara benzer. Halklara gülünçlüklerini dayattığı kadar idealini de dayatır; insan uygarlığının en yüksek anıtları onun alaylarını kabullenip sonsuzluklarını onun hovardalıklarına adarlar.
Gösterişlidir; dünyayı özgürleştiren 14 Temmuzu vardır; 4 Ağustos gecesi bin yıllık feodaliteyi üç saat içinde ortadan kaldırmasını tüm milletlere dayatır. (…) O, geleceğin aydınlandığı her yerdedir. (…) Dünyaya yüceliğin ışığını yayar; Byron Missolonghi’de, Mazet Barselona’da onun soluğunun itelemesiyle ölmüşlerdir; Mirabeau’nun ayaklarının altında kürsü, Robispierre’nin ayaklarının altında kraterdir; kitapları, tiyatrosu, sanatı, bilimi, edebiyatı, felsefesi insanlığın el kitaplarıdır; Pascal’ı, Regnier’si, Corneiile’i, Descartes’i, Jean-Jacques’ı vardır; Voltaire’i her dakika, Moliere’i tüm asırlar içindir; dünyaya kendi dilini konuşturur ve bu dil Tanrı’nın sözüne dönüşür; tüm zihinlerde ilerleme düşüncesini geliştirirken, gelecek kuşaklar için özgürleştirici felsefelerin kılıcını işler; 1789’dan beri düşünürlerinin ve şairlerinin ruhuyla tüm halkların kahramanlarını yaratır; yine de tüm bunlar haylazlık etmesine engel değildir ve Paris olarak adlandırılan bu muazzam deha ışığıyla tüm dünyayı dönüştürürken Theseus’un tapınağının duvarına kömürler Bouginier’nin burnunu çizer ve piramitlere Hırsız Credeville diye yazar.
Paris her daim dişlerini gösterir, kükremediği zamanlarda ise güler. (…) Bacalarının dumanı evrenin düşünceleridir. İster taş ister çamur yığını deyin, o tinsel bir varlıktır. Büyük olmaktan daha fazlasıdır, o uçsuz bucaksızdır. Neden? Çünkü cüret eder. Cüret etmek ilerlemenin bedelidir” (s.695-696).
Hugo, Paris’i kişiselleştirerek, Fransız İhtilali’nin başlatıcısı olarak görür. İhtilal’in Paris dışında olması mümkün değildir çünkü Paris’in kendisi İhtilal’in hazırlayıcısıdır. Ona göre “Devrimin gerçekleşmesi için Montesquieu’nün sezgisi, Diderot’un öğütlemesi, Beaumarchais’nin bildirmesi, Concordet’in planlaması, Arouet’nin hazırlaması, Rousseau’nun öngörüsü yetmez, Danton’un cesaret etmesi gerekir” (s.696). Tüm bu kişiler de Paris’in salonlarında doğmuş, bu şehirde var olmuşlardır. Paris, sadece bir mekan değildir, ona göre çocuğu yetiştiren bir anne, hatta bir okul gibidir.
Victor Hugo, Paris’in alt sınıfların da mekanı olduğu gerçeğine dikkat çeker. Ancak bu alt sınıfları aşağılayan düşünürlerin sözlerini kabul etmez. Şöyle der: “Parisli denen ırkın gerçek yüzü özellikle kenar mahallelerde ortaya çıkar; safkan oradadır, asıl yüz oradadır, bu halk orada çalışır, orada acı çeker; çalışma ve acı insanın iki yüzüdür. Fex urbis (şehrin tortusu) diye haykırır Cicero ve ardından öfkeli Burke ekler: Mob (avam); yığın, döküntü, ayaktakımı”. Bu sözlerin doğruluğunu kısmen kabul etse de aceleyle söylendiklerini düşünür ve sözlerine devam eder: “çıplak ayakla yürümeleri beni ne ilgilendirir? Okuma bilmezler; olsun. Bu yüzden onları kendi haline mi bırakacaksınız? Onların bahtsızlığından lanetlenmişlik mi üreteceksiniz? Işık bu kitlelere sızamaz mı? Aydınlık! Çığlığına yeniden kulak verip, üzerinde ısrarla duralım! Aydınlık!” (s.697)
Bu cahil halktan ümitlidir ve eğitim sayesinde düzelme yaşanacağına inanır: “Bu donuklukların saydamlaşmayacağını kim bilebilir? Devrimler dönüşüm anlamına gelmez mi? Hadi filozoflar, eğitin, aydınlatın, yüksek sesle dönüşüp konulun, güneşin parıltısına koşun, halkın toplandığı alanlara yakınlaşın, iyi haberler verin, alfabeyi öğretin, hakları ilan edin, Marseillaise’i söyleyin, coşku tohumları ekin, meşelerden yeşil dallar koparın. Düşünceyi bir burgaca çevirin. Bu kalabalık kitleler yücelebilir (…) bu çıplak ayaklar, bu çıplak kollar, bu yırtık pırtık elbiseler, bu cehaletler, bu iğrençlikler, bu karanlıklar idealin fethedilmesinde yararlı olabilirler. Halkın arasına bakın, hakikati göreceksiniz. Ayağınızla çiğnediğiniz o bayağı kum, fırına atılıp eritilir ve kaynatılırsa görkemli bir kristale dönülecek, Galile ve Newton yıldızları onun sayesinde keşfedecekler” (s. 697).
Evet, Victor Hugo için Paris, uygarlığı temsil ediyordu ve Paris’te olanlar tüm dünyayı etkiliyordu. Paris, böyle miydi gerçekten? O dönemde Paris, hem diğer Avrupalılar ve hem de Türkler için nasıl bir imaja sahipti? Henüz Eyfel Kulesi’nin yapılmadığı bir zamandan bahsediyoruz. Ziya Paşa’nın, Namık Kemal’in, Şinasi’nin gittiği bir şehirden…
Dr. Hümeyra Türedi
Yararlanılan Kaynaklar
Hugo, Victor (2012). Sefiller / Cilt 1. İstanbul: İş Bankası Yayınları.