Modernizmin, sanat öncülüğünde ortaya çıktığı düşünülür. Peki, “Modernizm” denilen kavram nasıl tanımlanabilir ki öncülüğünü sanatın yaptığı çıkarımına ulaşılabilsin?
En basit ifadeyle modernizm, geleneğe ya da var olana karşı çıkmak demektir. Hakim kalıplara ve kurallara uymak istenmez. Bu bağlamda modernizmin de bugün bir geleneğe dönüştüğü düşüncesini unutmamak gerekir.
Sanat ise geleneğe baş kaldırıda en fazla görünür olan araçların başında gelir. Peki, sanatta ne zaman başlamıştır geleneğe karşı çıkış?
Yaygın olan görüşe göre modernist hareket Empresyonistlerle başlamıştır. Bugün, Empresyonist resimler “parklarda zarif pikniklerin Parisli görselleri” olarak düşünülse de, o dönemde hiç de böyle değildir (Gombert, 2019: 29).
1860’larda Fransa’da sanat, diğer Avrupa devlerinde olduğu gibi, Akademi’nin egemenliği altındadır. Akademi’nin Paris Salonu olarak bilinen yıllık sanat sergisi, sanatçılar için en prestijli vitrindir. O dönemde, sergilenmesi kabul edilen eserin sanatçısı, büyük bir çıkış yakalıyordu. Reddedilenler ise unutuluyordu. Akademi, kimin kral olacağına karar veren bir merkez gibiydi ki ticareti de etkileyen bu etkisi farklı düşüncede sanatçıların gelişmesi için bir engel teşkil ediyordu.
Academie des Beaux Arts, ressamlardan mitoloji, dinsel ikonografi, tarih ya da klasik antikiteye ait, idealize edilmiş eserler beklemekteydi. Dönemin zenginleri de destansı figürleri ve konuları duvarlarda görmeyi istiyordu. Ancak yeni nesilden bazı sanatçılar, stüdyoda kalmak yerine, dışarı çıkıp doğal ışığı resmetmek düşüncesindeydi. Daha önce de dışarıya çıkan sanatçılar olmuştu, ama sonunda stüdyolarına dönüp aldıkları eskizleri kurmaca sahnelerle bütünleştirirlerdi. Yeni nesil sanatçılar ise resimlerini dışarıda başlayıp dışarıda bitiriyorlardı. Işığın sürekli değiştiği bu ortamda, hızlı olmaları gerekiyordu ve bu nedenle yeni bir teknik denediler. Eskiz yaparcasına vurulan fırça darbeleri kullandılar. Bu fırça darbelerini de saklamaya uğraşmadılar. Bu fırça darbelerinin resme ayrı bir dinamizm kattığını da düşündüler. Dış ortamda gördükleri ışığa odaklanarak, ışığı ve yansımalarına resmetmeye koyuldular (Gombert, 2019: 31).
1840’lara kadar ressamların yağlıboya malzemelerini yanlarında taşıyabilecekleri kaplar yoktu. Teknoloji de gelişiyordu ve1860’lı yıllara gelindiğinde ise artık boyaları koyabilecekleri küçük tüpleri vardı. Fotoğraf makinesi de icat edilmişti. Ve dolayısıyla halkın ilgisi de değişmeye başlamıştı.
Yeni nesil ressamlar doğal ışık altında sıradan insanları konu edinmek; yürüyen, piknik yapan normal hayatı resimlemek istiyordu. Will Gomperts bu isteğin “Spielberg’in düğün videoları çekme işine girmesi” gibi birşey olduğunu söyler (Gombert, 2019: 30).
Janr resmi, yani günlük hayatı konu alan tablolar, Barok dönemi Hollandasında da revaçtaydı. Ancak o günlük hayat, köylülerinkini yansıtıyordu. Empresyonistlerin ilgi duyduğu günlük yaşam ise burjuvaya aitti. Bu değişim aslında hiç de şaşırtıcı değildi. Zira sanayileşmeyle ortaya çıkan yeni orta sınıfın, gelişen teknoloji sayesinde sahip olduğu bir şey vardı: boş zaman. Bu dönemde, orta sınıfa ait bireylerin vakit geçirebileceği ve eğlenebileceği mekanlar açılmaya başlamıştı. O yüzden dönemin burjuvası; kent yaşamının hazlarına yönelmiş, parklarda kol kola dolaşan, göllerde sandal sefası yapan, nehirde yüzen, kafede bir şeyler içen; yani kendilerine benzeyen insanların tablolarını görmek istiyorlardı. Yunan mitilojisi ya da dini ikonografi eskisi kadar ilgilerini çekmiyordu.
İşte böyle bir dönemde, 1863 yılında Akademi, Salon sergisi için 3000’den fazla eseri reddetmişti. Edouard Manet, Paul Cezanne, James McNeill Whistler, Camille Pisarro’nun da resimleri bu reddedilenler arasındaydı. Akademi ve reddedilen yeni nesil sanatçılar arasındaki gerilimin, III. Napolyon’un alternatif bir sergi düzenlenmesi izniyle sonuçlanması, modernizmin başlangıcını ateşlemişti.
Akademi’nin sergisine reddedilen ressamlar, Salon des Refuses (Reddedilenlerin Salonu) adlı muhalif bir sergi açarlar. Bu serginin açıldığı yıl, yani 1863’te ünlü Fransız yazar ve sanat eleştirmeni Charles Baudelaire, Modern Yaşamın Ressamı adlı bir eser kaleme alır. Zamanla yazısı, Empresyonistlerin kurucu ilkeleri haline gelir. Baudelaire’e göre sanatçı, zamanını yakalamalı “gündelik evrenseli” bulmalıdır. Hatta sanatçı, gündelik yaşamı izlemeli, hissetmeli ve kaydetmelidir (Gombert, 2019: 40).
Bu olaylardan 11 yıl sonra 15 Nisan 1874’te Paris’te bir araya gelen Camille Pisarro, Pierre Renoir, Alfred Sisley, Edgar Degas, Berthe Morisot, Akademi’ye karşı yeni bir muhalif sergi açarlar. Sergiyle ilgili eleştiri ise Le Charivari’de çıkar. Louis Leroy adlı eleştirmen Monet’in Izlenim adlı eseriyle alay eder ve “embriyon evresindeki duvar kağıdı bile daha daha bitmiş bir iştir” der (Gombert, 2019: 44). Tabloya yönelik eleştiriler, bir araya gelmiş bu aykırı ressamların Izlenimciler (Empressionists) olarak anılmasına neden olurken aynı zamanda bu yeni akıma yönelik ilgiyi de artırırlar.
Modernizm artık başlamıştır. Geleneğe karşı çıkılmış, bu karşı çıkış da sanatla kendisini ifade etmiştir. Bu yaşananlardan tam 43 yıl sonra ise yeni bir meydan okumayla karşılaşılır. Bu defa modernizmin kendisine meydan okunmaktadır. Modernizmin içinde sıkışan, endüstrileşmenin insanın metalaştırması problemiyle karşılaşan insanın, yine modernizmin içinde ancak bu defa modernizme karşı bir çözüm arayışına girdiği görülür.
Ve bu arayış Marcel Duchamp’ın, Çeşme adını verdiği eserini 1917 yılında ortaya çıkarmasına neden olur. Eser, bir pisuvardır. Eser, kolayca satın alınabilecek, tekrar ve yeniden üretilebilecek bir eşyadan ibarettir. Herkes şaşkınlık içindedir. Eserin üzeri, “R.Mutt 1917” şeklinde imzalanmıştır. R harfinin Fransa’da “para babası” anlamına gelen Richard’a gönderme yaptığı düşünülür. Mutt için ise iki tahmin vardır. Birincisi, pisuvarın alındığı dükkanın adı Mott’dur ve bu değişim bir kelime şakasıdır. İkincisi ise o dönemde San Francisco Chronicle‘da yayımlanan bir çizgi karakterin adı olan A.Mutt’a göndermedir. A.Mutt, aç-gözlü ve zengin olmak için çeşitli kirli işlere giren bir kişidir.
Duchamp, Empresyonistlerin akıbetini paylaşır ve eseri Bağımsızlar Sergisi’ne kabul edilmez. Halbuki sergiyi düzenleyen komite -bu komitede Duchamp da vardır-, 6 dolar ödenen her eserin bu sergide yer alacağını taahhüt etmiştir. Duchamp ve arkadaşları komiteden ayrılır.
Sonrasında ne mi olur? Eser, unutulmak üzereyken; ünlü sanat fotoğrafçısı Alfred Stieglitz tarafından fotoğraflanır ve eser, ünlü olur.
Bugüne dek Çeşme adlı eserin bir protesto içerdiği üzerinde durulmuştur. Eser, akademik kurallara ve oturmuş kurumlara bir meydan okuma olarak değerlendirilir.
Duchamp’a göre o güne dek sanatçıya bir sanat eserini nasıl yapacağı veya yapabileceği dikte ettirilmişti. Çünkü sanatçıya sanatını üretirken hangi araçları kullanması gerektiği -tuval, mermer, ağaç, taş vb- söylenmişti. Sadece bu araçlarla sanatçının kendi fikirlerini görselleştirmesine izin veriliyordu. Ancak Duchamp bu dikteye karşı çıkarak, sanatçının zihnindeki kavramı, kendi seçeceği araçlarla görselleştirmesi gerektiğine inanıyordu. Eser, bir pisuvar bile olabilirdi. Sanatçı isterse her şeyi sanat eserine çevirebilirdi. Ona göre sanat fikirdeydi, nesnede değil…
Kısacası, Empresyonistlerden sonra modern sanatı farklı bir yöne doğru eviren kişinin Duchamp olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Dr. Hümeyra Türedi
Yararlanılan Kaynak:
Gompertz, Will (2019). Pardon Neye Bakmıştınız?. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.