Kategoriler
Eğitim

Örtük Müfredat Örnekleri: Galatasaray Lisesi

Her okulun bir örtük müfredatı, hatta örtük müfredatları vardır. Okulda, idarenin, öğretmenlerin ve öğrencilerin kendi içlerinde bir örtük müfredatı olduğu gibi bu örtük müfredatlar diğer örtük müfredatlarla hem etkileşim hem de mücadele içindedir. Dolayısıyla okullardaki örtük müfredatlar, farklı açılardan  incelenebilir. İktidarın okullarda uygulanmasını istediği örtük müfredat, idarenin uyguladığı örtük müfredat, öğretmenlerin sınıfta uyguladığı örtük müfredat, öğrencilerin okulda sosyalleşirken karşılaştığı örtük müfredat gibi alanlara odaklanarak, farklı açılardan örtük müfredatı incelemek mümkündür.

Her okulun bir örtük müfredatı, hatta örtük müfredatları vardır. Okulda, idarenin, öğretmenlerin ve öğrencilerin kendi içlerinde birer örtük müfredatı olduğu gibi bu örtük müfredatlar diğer örtük müfredatlarla hem etkileşim hem de mücadele içindedir. Dolayısıyla okullardaki örtük müfredatlar, farklı açılardan  incelenebilir. İktidarın okullarda uygulanmasını istediği örtük müfredat, idarenin uyguladığı örtük müfredat, öğretmenlerin sınıfta uyguladığı örtük müfredat, öğrencilerin okulda sosyalleşirken karşılaştığı örtük müfredat gibi alanlara odaklanarak, farklı açılardan konuyu incelemek mümkündür.


Örtük müfredata, okuldaki sosyal yaşayış açısından bakıldığında, İşlevselci düşünce ile karşılaşılır. Emile Durkheim’ın başını çeken İşlevselcilere göre her okulda örtük müfredat vardır ve zaten olmalıdır. Bu örtük müfredat sayesinde, öğrenciler okulda sosyalleşmeyi öğrenir ve hayata hazırlanırlar. Okula bağlanırlar, belki derslerde öğrendiklerinden daha çok şeyi bu örtük müfredat sayesinde öğrenirler.

Okulun içinde yaşanan sosyal hayat, genel olarak kayıtlara geçmez. Ancak bu sosyal hayatın öğrenciler üzerinde büyük bir etkisi vardır.

Okullardaki sosyal yaşamı daha iyi anlayabilmek için öğrencilerin anılarına bakmak faydalı olabilir. Bu amaçla, Suat Aray’ın Galatasaray Lisesi’nde (o günkü adıyla Mekteb-i Sultani) yaşadıklarını anlatan anı kitabını bu yazıda inceledik.

Suat Aray, Galatasaray Lisesi’nin ortaokul kısmına 1912 yılında başlar. Henüz 11-12 yaşlarındadır. Okulda yatılı olarak kalmaktadır. Söylediğine göre okula ilk geldiğinde, kullanılan Fransızcayı anlayamamıştır ve epey zorluk çekmiştir.

Okulda her öğrencinin aklında yer eden “Ahmet Ağa”dan bahseder ki Ahmet Ağa çocukları okula ısındıran renkli bir kişiliktir. O dönemde, derslerin başlangıcını ya da bitişini, yemek saatini, yat-saatini ya da kalk-saatini duyurmak için zil veya düdük çalınmaz da tambur çalınırmış hem de bizzat Ahmet Ağa tarafından.  

Ahmet Ağa, okulun emektar bir çalışanıdır. Ders çıkışı için tamburu çaldığında, sınıftaki hoca şöyle demektedir “en rang, mes enfants!” (s.6). Tabi bu da öğrencilerin en sevdiği andır.

Sabah uykusundan akşam yemeğine kadar her şey bu tambur sesine göre ayarlanır. Ancak bu, basit bir tambur sesi değildir. Ahmet Ağa’nın çaldığı tambur bir başkadır. Ahmet Ağa, “yerine göre ciddi, yerine göre şakrak, yerine göre kısa veya uzun ifadelerle” tamburunu çalmaktadır. Bu farklı çalış şekilleri sayesinde, öğrenciler saate bakmadan ve zamanı düşünmeden tamburun neyi kastettiğini anlarlarmış (s.7).

Suat Bey’in anlattığına göre Ahmet Ağa sabahleyin veya sahur vakti, tamburu binanın sessizliği içinde hafif fakat uzun uzun çalarmış. Çünkü Ahmet Ağa talebeyi ani, gürültülü seslerle tatlı uykularından uyandırmanın doğru olmadığını bilirmiş. Sabah kahvaltısına çağıran tambur da gayet kısa sürermiş. Çünkü Ahmet Ağa bilirmiş ki çocukların karınları zaten açtır ve herkesi kulağı zaten kiriştedir (s.8).

Ahmet Ağa, yıllar boyunca çalıştığı bu okul ile özdeşleşen bir figür haline gelir. İşte çok sevilen ve öğrencilerin gönüllerinde ayrı bir yeri olan Ahmet Ağa’nın heykeli, bugün Galatasaray Lisesi’nin girişinde sizi karşılamaktadır…

Peki; Ahmet Ağa, bir örtük müfredat öğesi olarak kabul edilebilir mi? Emile Durkheim, Richard Lavoie (2006), Robert Dreeben (1967)gibi düşünürlere göre evet. Zira, Ahmet Ağa, öğrencilerin okulda sosyalleşmesini sağlayan bir figürdür. Toplum içinde yaşamanın kurallarını okulda öğrenen çocuk için bu örnekte tambur bu öğrenmenin bir aracına dönüşmüştür.

Okulun sosyal hayatını konu alan bir başka uygulama da yemekhanede yenen yemeklerle ilgilidir. Anlaşıldığı kadarıyla o dönemde, yemek saati geldiğinde tüm yemekler görevliler tarafından masalardaki tabaklara konur ve öğrenciler beklenirmiş. Suat Bey’in anlattığına göre okula gelmeyen öğrencinin yemekhanedeki tabağı “kaşla göz arasında” paylaşılırmış (s.17). Buna da “yemek kaynatmak” adı verilirmiş. Bu iş, sofraya otururken yapılmazsa hademeler gelmeyen öğrencinin yemeğini geri alırmış. Meseleyi “hademelerden evvel açıkgöz davranmak” olarak özetler Suat Bey… (s.18). Hatta yazdığına göre bu kaynatmayı oburluğuyla meşhur, yapılı kişilerin yapmasına gözetmen öğretmenler (muid) tarafından göz yumulurmuş. Kaynatma, el çabukluğuna dayanırmış. Öğrenciler arasındaki kurala göre mesela gelmeyen öğrencinin irmik helvasına kim en evvel bir ekmek parçası atarsa veya kim bu tabaktan evvela bir lokma yerse tabak onun hakkı olurmuş. Bazen de midesi zayıf arkadaşlara yemek sırasında iştah kaçırıcı hikayeler anlatılırmış ki bu “zavallılar sofrayı bırakıp kaçar” ve tabakları diğerlerine kalırmış (s.18).

Okulda idareden “habersiz” uygulanan ve öğrenciler arasında yaygın olan başka bir uygulama ise tabaklardaki yemeklerin yenilenmesi hususu imiş. Yemeklerin içinde saç bulunması tabağın değiştirilerek yenisinin verilmesine sebep olurmuş. Bu yüzden, yemeğin yarısı bitirildikten sonra, baştan saç koparıp yemeğe atanlar varmış. Bu yemekten saç çıkma hadisesi çoğalınca yemekhaneyi gözetleyen Mösyö Laurent bir çare bulmuş. Her tabaktan çıkan saçı parmaklarıyla alır ağzına atarmış. Tabi koskoca öğretmen saçı yedikten sonra öğrencilere de tabağın kalanını itiraz etmeden yemek düşermiş… (s.18) Ancak Mösyö Laurent’in el çabukluğuyla bu saçı parmaklarının içine sakladığına dair söylentiyi de Suat Bey’in not ettiğini ilave edelim.

Bu arada yemeğini bitiren öğrencinin sofradan kalkması için muid elini bir defa şaklatırmış. Bu şekilde izni alan öğrenci masadan kalkabilirmiş (s.10)

Suat Bey’in anılarında okulun örtük müfredatlarıyla ilgili pek çok örnek bulmak mümkün… Yazılı olmayan bu uygulamalar, öğrencilerin birbirine yaptığı şakalardan alınan cezalara kadar çeşitlilik gösterebilir.

Örneğin, yatakhanede rutin şekilde uygulanan bazı geleneksel şakalardan bahseder Suat Bey… Uykusu ağır olan bazı talebeler uykuya dalınca, dört kişi karyolayı tutar koridora çıkarıp bırakırmış. Gece bekçisi de geldiğinde ne yapacağını şaşırırmış (s. 42).

Yazılı olmayan cezalara gelince… En hafif ceza, tek ayak üstünde  durma cezası… Sınıftaki yaramazlara sınıf içinde, bahçedekiler için müdür muavininin odasının karşısındaki köşelere dikilme cezaları verilirmiş (s. 42).

Öğretmenler de sınıf içindeki duruma göre ceza verebilirlermiş. Bu cezalar birikir ve bir yekun olur ise mesela yarım izinsiz alanlar, bir geceyi hafta sonu okulda geçirmek zorunda kalırlarmış. Tam izinsizler hiçbir yere gidemezlermiş tabi ki … Bu arada, Aferin ile ceza silinmesinin de söz konusu olduğunu belirtelim.

Yarı-yazılı mahiyette olabilecek bu cezaların, okulda yazıya dökülüp dökülmediğine dikkat etmek gerekir. Yazıya dökülen cezalar örtük müfredat alanından çıkacaktır. Örneğin, yarım izinsiz cezasının dört aferin ile, tam izinsiz cezasının 8 aferinle silinmesi kuralına bu noktada dikkat etmek gerekir. Cezalar yazıya geçirilmekte midir? Hangi noktada örtük müfredat olmaktan çıkarlar? Yine yemekhanedeki ilk tatlıdan mahrum kalma olan “tatlısız” cezası da bu minvalde dikkatlice değerlendirilmelidir (s.42- 43).

Öğretmenlerle ilgili örtük müfredat uygulamalarına ise dönemin öğretmenlerinden Mösyö Moskos örnek olarak verilebilir. Mösyö Moskos’un koridorlarda dolaştığı zaman, sınıflar üzerine çöken gayritabii bir sessizlikten bahseden Suat Bey, aynı hocanın bahçe nöbetinde bahçedeki yaramazlıkların azaldığını da yazar (s.50)

İdarenin uyguladığı örtük bir uygulamalara da göz atılabilir. Örneğin, ders dışındaki zamanlarda da okulda Fransızca konuşma mecburiyeti getirilmesi, yazılı olmayan bir kural olarak ortaya çıkar. Teneffüslerde bu uygulamanın takibini yapan murakıpların da tayin edilmesi, işin ciddiye alındığını göstermesi açısından önemlidir. Türkçe konuşanın yakalanınca 5 para verecek olması ve toplanan para ile okul kütüphanesine kitap alınacağı da yazılı olmayan ancak okuldaki herkesin bildiği bir durum olmuştur (s.57)

Öğrenciler arasında yaygın olan bir başka örtük uygulama ise “lakap takma”dır. O dönemde okulda lakap takmak modadır. Lakap takmak için daima fırsat aranır. Örneğin Ziya adlı öğrenci okula sökük, yırtık elbiselerle gelir; yaka paça açık gezer. Bir gün Edebiyat hocası “nedir bu halin, bağrı yanık Bekir Çavuş gibi geziyorsun” der. Lakabı bulunmuştur artık : Bekir Çavuş (s.72). Bir başka lakap bulma hikayesi de Sabri adlı öğrenciye aittir. Yeni okula başlayan Sabri, yatılıdır. Okula alışamamıştır ve bu yüzden ailesi her gün ona pasta gönderir. Lakabı bulunmuştur: Pastakafa (s.73). Lakap alan her kişi lakaplarından memnundur. Lakap almak, o dönemde bir aşağılanma değildir. Esasen bir hususiyet ve bir şahsiyet ifade eder.  Kimileri bu lakaplarını daha sonra soyadına çevirmiştir (s.74).

Mektepte talebenin bir nevi protesto şekli de vardır. Mesela idarenin her hangi bir kararından memnuniyetsizlik duyulursa, bu karara karşı protesto anlamında teneffüste bir –hoop gümm– avazesi yükselir… Bu hoop gümler dakikalarca devam eder. Bağıranlar arkaları dönük olarak bu işi yaptıkları için kimin bağırdığı pek belli olmaz. Fakat bir taraftan da hoop gümler başladı mı hemen mektebin bütün sınıflarına sirayet eder bir anda bu çığlıklar ortalığı sarar gidermiş (s.89).

Her sınıfta sınıfın anahtarını saklayan bir talebe olurdu. Sınıflar, dersler haricinde daima kilitlenir, anahtarı da bir nevi mutemet görevi gören bir talebe muhafaza ederdi. Bu talebe; sınıftan en sonra ve kapıyı kilitleyerek çıkar, tüm öğrencilerden evvel sınıfa gelerek kapıyı açardı. Yalnız sınıflar ilk sabah teneffüsü esnasında temizlendiği için sadece o teneffüs esnasında açık kalırdı. Ayrıca bu mutemete sınıfın pencerelerini açıp sınıfı havalandırmak vazifesi de verilmiş olur ki o da bunu memnuniyetle yapardı. O dönemde mutemet olmak öğrenciler arasında bir imtiyazdır (s.109-110).

Yazıya dökülmemiş tüm bu uygulamalar, bir rutine ulaşmışsa örtük müfredatın varlığından bahsedilebilir. Başka bir ifadeyle; idare, öğrenciler ya da öğretmenler arasında gelenekselleşen, ancak yazılı olmayan uygulamalar varsa işte tüm bunlar örtük müfredat kategorisine koyulabilir. Yukarıdaki örnekler, genel olarak öğrencilerin kendi sosyalleşmeleri açısından yaşadıkları örtük müfredat uygulamaları olarak görülebilir. Örtük müfredat uygulamalarının yararlı ya da yararsız olduğu yönündeki düşünceler, konuyu ele alış biçimine, hangi uygulamalara odaklanıldığına göre değişiklik gösterebilir. Tabii, örtük müfredat konusunda Çatışmacı ve Direnişçi görüşlere de kulak vermek gerekir. Ancak okullarda tek bir örtük müfredat olmadığı ve okulun belki de farklı örtük müfredatların çatışma alanı olduğu hatırlanmalıdır.

Dr. Hümeyra Türedi

Yararlanılan Kaynaklar

Aray, Suat (1959). Bir Galatasaraylının Hatıraları. Ankara: İnklap Yayınevi.

Margolis, Eric ve  Michael Saldatenko, Sandra Acker, Marina Gair (2001), “Peekaboo- Hiding and Outing The Curriculum”, Editör: Margolis, E.,     The Hidden Curriculum in Higher Education, Routledge, New York,  s: 1-21.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir